Para politikasının duruşu, bankacılık ve bütçe açığı

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

Türkiye ekonomisi kriz öncesi de yavaşlıyordu ve eski potansiyel büyüme oranının altında büyüme eğilimine girmekteydi. Şu anda potansiyel büyümenin yaklaşık yüzde 3.5'e gerilediğini düşünüyoruz. 2002-2007 arasında potansiyel büyüme yüzde 4.5-5 aralığındaydı ve bu dönemin ortalama büyümesi yüzde 6.8 olmuştu. Durum buysa 2010 yılında yüzde 3.5 civarında büyüme dahi -yani resesyon verileri dahil edildikten sonra yaklaşık olarak bulunabilecek potansiyel büyüme haddi- başarı sayılmalıdır. Üstelik baz etkisini ayıklayarak bakmak durumundayız. Evet, Aralık 2009 sanayi üretimi verisiyle beraber pozitif rakamlar görmeye başlayacağız ve evet, bir önceki çeyreğe göre düzeltilmiş GSYH verileri de bize pozitif büyümeye geçilebileceğini gösteriyor. Evet, ikinci çeyrek verisi eksi yüzde 7'den eksi yüzde 8 civarına revize edilecek ve üçüncü çeyrekte eksi yüzde 3.5 civarı küçülme göreceğiz. Son çeyrekte -Aralık ayı baz etkisi sayesinde- artı büyüme görebiliriz ve yılı yaklaşık yüzde 6.2 daralmayla kapatma olasılığı yüksek. Burada sorun yok: beklentilere uygun ve trend yukarı dönüyor (mu?).

Fakat aslında ciddi sorunlarımız var: (a) Kamu açığı bu yıl TL 65 milyara, gelecek yıl da muhtemelen yine TL 65 milyara ulaşacak. (b) Faiz dışı harcamaların devam ettiği, gelirler tarafındaysa vergi gelirleriyle ulaşılamayacak hedeflerden söz edilebileceği görülüyor. Son TEPAV raporu bu konuda çok net: büyüme sınırlı kalır, vergi geliri hedefinden uzaklaşılırsa açığı dolaylı vergi oranlarını artırmak ve/veya zamlara başvurmakla kapatmak gündeme gelebilir. (c) Faiz dışı harcamaların pek de hızlı düşmeyeceği açıksa, faiz harcamalarının düşük kalmasını sağlayacak ve ekonomik konjonktürün de dikte ettiği düşük faiz seviyesi hangi oranda korunabilecek (mi)? TCMB yeniden mali baskı (fiscal dominance) altına girebilir mi? Bunun ipuçlarını 10 Aralık günü göreceğiz. (d) TCMB'nin çok başarılı çizgisi bankacılığı karlı ve sermayesi güçlü halde tuttu. Hatta 2009'da sektörün karı ve özkaynakları trendinin üzerinde büyüdü. Mali piyasalardan kaynaklanan ve bankaları çok sert biçimde vuran bir global krizde bankacılığımız olağandışı performans göstermiş görünüyor. (e) Fakat özel yatırımlar hala "derin dondurucuda". Politika faizinin uzun süre sabit kalacağı doğruysa, bankaların fonlamadan kazanacaklarının dışında hazine tarafında gidilecek fazla bir yol kalmadı. Kredilerdeyse tutarlı biçimde büyüyen tek kalem konut kredileri: yani tüketici kredilerinin yaklaşık yarısı ve toplam kredilerin 1/6'sı. Kredi genişlemesinin ekonomik manasının olması için genişleyen segmentlerin çeşitlenmesi lazım.     

Yukarıda Grafik 1'de bir retrospektif görüyoruz, ki bize aynı zamanda bir perspektif de veriyor. Kredi/Aktif ve Menkul Değerler/Aktif oranları 2001 sonrası bir makas oluşturarak gelmiş ve sonunda kredilerin bilançodaki payı menkul değerlerin bilançodaki payına ancak 2005 ortası ulaşabilmiş. Son dönemde kredilerin payı azalır ve menkul değerlerin banka bilançolarındaki payı artarken dahi, aslında eskiye tam bir geri dönüş olmayacağı görülmekte. Sağ taraftaki küçük grafik büyük garfikte daire içine alınan bölgeyi, yani son resesyonda olanları gösteriyor. Krediler ve menkul kıymetler yeniden bir makas oluşturacak eğimde seyretmiyor. Bu olumlu, fakat kredilerin payının hangi ölçüde artacağını kestirmek zor. Yüksek beklentiler dile getirilse de, TL cinsi bakarsak yüzde 15-20 kredi büyümesinin bile 2010 için başarı sayılacağını düşündüğümü ifade edeyim. Fakat yine de, çok olumlu olan nokta bankacılığın rasyolarının 1994, 1999, 2001 yıllarına göre çok daha az bozulmuş olması. BDDK ikinci grup kredilere ilikin düzenlemeyi yapmasaydı hem karlar, hem de varlık kalitesi çok daha fazla bozulmuş olacaktı veya bozulma net görülecekti. Fakat o durumda bile 2001 ile mukayese yapmak mümkün değil. Grafik 2'de kredi/mevduat oranı görülüyor. Sağ tarafta krizdeki bozulma -ki oran düşük, soldaki büyük grafikteyse retrospektif görülüyor. 1994 ve 2001'de yaşanan hem miktarsal, hem oransal düşüşler 2009'a göre çok daha şiddetli.

Ve bankalar için en önemli risk kalemi olan geri dönmeyen kredilere (TGA veya NPL) bakalım. Burada da Grafik 3 bize tarihi perspektiften bakınca cari dönemdeki bozulmanın tolere edilebilir boyutta kaldığını gösteriyor. Yani, çok daha kötüsü olabilirdi. Buna rağmen hem piyasa, hem firma riskiyle düzeltilmiş kredi faizinin kaçınılmaz olarak mevcut TGA riskinden de bir ek risk primi komponenti içerdiğini söyleme mümkün. Fakat eninde sonunda kredi canlanmasına geçebilmek için bankaların oldukça güçlü sermaye yeterliliği, kar ve özkaynakla teçhiz edilmiş olduğu ortada. Ama faizlerin daha uzun süre düşük kalması, fert başına USD10.000 geliri olan ülkeler panelinin bize gösterdiği yüzde 5 reel faizi pek aşmaması gerekiyor. Asla 2002-2007 dönemine geri dönüleceğini düşünmemek ve asla dönmemek lazım.  TCMB çizgisini başarıyla sürdürürken gereğinden erken faiz artırma durumuyla -sadece kamu maliyesindeki gözle görülür bozulma yüzünden, enflasyon artıyor veya büyüme canlanarak çıktı açığını daraltıyor diye değil, hatta Fed faiz artırmaya geçtiği için bile değil- karşı karşıya kalırsa nahoş olacak.

2009'da kurda -kısa bir süre hariç- ne aşırı volatilite, ne de çok sert bir yükseliş yaşadık. Son dönemde USD/EUR da dar bir bant içinde dalgalanıyor. Fakat 2009'da -haliyle hayli düşmüş olan- cari açığı kapatan bir net hata noksan girişi oldu. Grafik 4 bu noktayı açıkça gösteriyor. Ya şirket birleşmeleri-satın almaları dalgasının canlanarak bize de fayda sağlamasıyla, ya da döviz girişinin bir şekilde girişiyle kur artmayabilir. Hatta, tahvil piyasasında olmayan yabancıların aniden yükselen kur ve daha yukarıda dengelenen faizlerden oluşan bir geçici dengede giriş yaparak kuru tekrar bastırmaları gibi tanıdık bir senaryo bile bir süreliğine işleyebilir. Sonuçta kur yine aşağıda dengelenir. Özel sektörün 201'da ödenecek döviz borcu 2009'da vadesi gelen miktarın 2/3'ü seviyesine gerilemişken kur tarafında boğulmak sürpriz olur. Fakat döviz girişi devam etse ve o cephede rahatlasak bile, bu sefer de kronikleşmeye başlayan bir kamu borçlanması sorunu karşımıza çıkıyor. 

Bir, reel krediler büyümeden reel büyüme olmaz. Bu ülkenin stilize olgularında böyle bir sene yok. İkinci nokta şu: tasarruflar yetersiz, cari açık olmadan büyüme olmaz. Üç, kamu maliyesinde sağlanan disiplin bizim en büyük rahatlığımızdı. TCMB'nin, özerk ve başarılı bir banka olarak kısıt altında kalmadan para politikasını sürdürmesine imkan veren ana nokta da buydu. Kalıcı bir "kalkış" için banka kredilerinin büyümesine ihtiyaç var. Faizlerin tek hanede kalmasına ihtiyaç var. Yatırımcı ve tüketici güveninin artmasına ihtiyaç var. Kaynağın net ve belirgin olmasına ihtiyaç var.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019