Para politikasında neredeyiz?
Makroekonomik politikaların en çok kullanılanları para ve maliye politikaları olarak adlandırılıyor. Maliye politikası devletin ne kadar ve hangi kalemlere harcadığından oluşuyor. Kabaca Keynes'den beri, ekonomi genelindeki (toplam) talebin bazı dönemlerde "olması gerekene" göre düştüğü, bunun da ekonomiyi yavaşlattığı düşünülüyor. Bu durumda, eğer özel kesimin talebinin (güveninin) düştüğü zamanlarda devlet seçilmiş kalemlerde harcama yaparsa bunun "ekonominin dişlilerini" çalıştıracağı ve bir "çarpan" etkisiyle ekonominin tekrara hızlanacağı öngörülüyor.
Teoride bu böyle pratikte ise iki sorunla karşı karşıya kalınıyor. Birincisi, bu çarpan denilen şeyin hesabı pek öyle kolay yapılamıyor. Dolayısıyla, harcamayı ne kadar artırırsanız ekonominin ne kadar hızlanacağını öngöremiyorsunuz. ABD gibi ülkelerdeki karmaşık çok denklemli modellerde hesaplanan etkiler de varsayımlara, istatistik ve ölçüm kalitesine ve model doğru bile olsa, ekonomik değişkenlerin ve katsayıların bu hesaplamaların yapıldığı zaman aralıklarındaki değerlerine dayalı oluyor.
Maliye politikasıyla ilgili ikinci sorun da harcamanın yapılıp gerçek etkinin görülmesi ve ölçülmesi arasında geçen uzun zaman aralığı ihtiyacı. Bu zaman aralığı sırasında daha bir çok ekonomik, siyasi ve sosyal değişken de değiştiği için maliye politikasının etkisinin hassasiyetle ölçülmesi neredeyse imkansız.
Gelelim para politikasına. Para politikasını merkez bankaları idare ediliyor. Merkez bankaları sadece Türkiye'de değil piyasaları karmaşıklaşmış hemen her ülkede en çok eleştiri alan kurumdur desek yanlış olmaz. İşler iyi giderse pek takdir almazlar.
İşler kötü giderse kapısı ilk çalınan kurumdur.
Türkiye'de son dönemde Merkez Bankası oldukça aktifti; hem politika kararları açısından hem de yeni araçları kullanması açısından. Türkiye'de son yıllardaki para politikasını ve faizler açısından sonuçlarını aşağıdaki grafikten takip edelim. Bir gazete köşesine ayrılan alanda okuması biraz zor olan grafik olduğunu ekleyelim.
Öncelikle, gerçekleşen enflasyon ile enflasyon beklentisi arasındaki yapısal farkın altını çizelim. Grafiğin en sağında, alttan üçüncü çizgi olan enflasyon beklentisi (gelecek 12 ay için) grafiğinin nispeten istikrarlı oluşu TCMB'ye olan güveni gösteriyor. Üstten üçüncü çizgi olan enflasyon ile enflasyon beklentisi arasında zaman içinde açılıp kapanan fark, 2009 yılından itibaren gerçekleşen enflasyonun yükseldiği dönemlerde dahi enflasyonun sonradan düşeceği beklentisini yansıtıyor.
İkinci olarak TCMB'nin kullandığı politikası faizleri (koridor alt ve üst sınırı dahil) ile piyasada oluşan faizler arasındaki ilişkiye bakalım. Kredi faizleri (grafikte en sağdan sayılınca en üstteki ortalama konut kredileri faizi) genellikle TCMB'nin borç verme faizini takip ediyor. Zira bankalar kredi faizlerini belirlerken genellikle koridor üst sınırını bir mikyas (benchmark) olarak kullanıyor. Bu eğilim 2011 yılının ilk yarısında değişiklik gösteriyor. Bu dönemde, TCMB politika faizleri (ve enflasyon beklentileri) değişmiyorken TL likiditesinin daralmasından dolayı hem hazine borçlanma faizleri hem de kredi faizleri yükseliyor. 2011 yılının ikinci yarısında, üst koridorun genişletilmesi ve enflasyondaki yükselmeye paralel olarak piyasa faizlerindeki yükselme devam ediyor.
2012 yılı ilk çeyreğinde ise enflasyonun yüksek kalmasına rağmen üst koridorun indirilmesi ve likidite desteğiyle hem hazine borçlanma hem de banka kredi faizleri düşüyor. Aynı dönem ve sonrasında dışarıdan para girişiyle birlikte, gerçekleşen enflasyona göre hesaplanan hazine reel borçlanma maliyetleri düşüyor hatta bazen negatife dönüyor. Enflasyon beklentilerine göre hesaplanan reel hazine borçlanma faizleri ise yüzde ikilerden yüzde birlerin epey altına düşüyor.
Kısacası,grafiğin en sağına bakarsak görülen resim: nominal faizler düşüyor, Hazine borçlanma reel faizleri yüzde 1'in altında (gerçekleşen enflasyona göre negatif), kredi faizleri düşüyor ancak reel olarak Hazal yüzde 4-5 bandında (konut dışı kredilerde daha yüksek). Bu durumu kısaca para politikalarında efektif olarak genişleme olarak tanımlayabiliriz.
Son dönemde daha da karıştırmamak için grafiğe konulmayan değişkenlerden birisi reel kesim (şirket) güveni. Şirketlerin güveni ve yatırım eğilimi son dönemde düşüyor. Her sektör aynı değil. Örneğin inşaatta ileri dönük kredi talebi diğer sektörlere göre, en azından bazı şehirlerimizde, daha güçlü. Ancak genel olarak kredi talebi güvenle birlikte düşüyor. Güveni ve bundan kaynaklanan kredi talebini artırmak Merkez Bankası'nın elinde değil. Bunun için gerekli araçlara sahip değil.
Bir başka değişken de reel kur. Reel kur 2011 Ağustos ayından itibaren değer kazanıyor. Para politikasındaki genişlemeyi eğer sadece iç talebi artırarak büyümeyi bu şekilde sağlamaya yönlendirirsek dış dengesizlik balonunu tekrar şişirmeye başlayacağız demektir. Buna dikkat.