Para politikasında büyük beklentiye girmeyelim
Dolar/Türk Lirası paritesi ocak ayında 3.94’ü gördükten sonra kademe kademe 3.39’a kadar indi. 3.39’u gördükten sonra TL açısından negatif gelişmeler arka arkaya yaşandı. USD/TL bu hafta 3.76’nın üzerine çıktı. Hem iç, hem de dış olaylar açısından yoğun baskılı bir dönem yaşanıyor.
TL cinsi finansal varlıkların tansiyonunun düşmesi, risk priminin azalması için başta enflasyonun kontrol altına alınması gerekiyor. Bu yılın ilk çeyreğinde enflasyon oranı yüksek olduğu için, 2018’in ilk üç ayında enflasyonda ciddi bir düşüş olacağı düşünülüyor. Bu durum ‘‘baz etkisi’’ olarak tanımlanıyor. Biz böyle matematik, istatistik hikayelerine bayılırız. Türkiye’deki enflasyon döviz kurundaki artıştan fazlaca etkileniyor. Beş ay sonra kurun hangi seviyede olacağını kim bilebilir? Kurdaki artış devam ederse, baz etkisi hikayesine sarılanlar ne yapacak? Bir yandan iç ve dış risk faktörlerine vurgu yapılıyor. Diğer taraftan, ‘‘Baz etkisinden dolayı enflasyon düşecek. TL cinsi finansal varlıklara olan ilgi artacak’’ deniyor. Halihazırdaki yüksek enflasyona rağmen TCMB uzun süredir ortalama fonlama maliyetini yüzde 12-12.25 civarında tutuyor. Çekirdek enflasyonun yüksekliğine bakarak, Merkez’in para politikasının yeteri kadar sıkı olmadığı ileri sürülebilir. Merkez’in faiz artışına gitmemesinin nedeni büyümeyi desteklemek istemesidir. Enflasyondaki olası baz etkisinden yola çıkanların tahminleri tutsa bile, en iyi senaryoda Merkez Bankası ortalama fonlama maliyetini önümüzdeki altı ayda 200 baz puan civarında (yüzde 2) düşürür. Bu azalma da kredi faizlerine direkt yansımaz. Türkiye’de para politikasının reel ekonomi üzerindeki etkisi oluşan koşullara göre üç ila dokuz ayda görülür. Kısacası ekonomik büyüme açısından, 2018’de para politikasından büyük beklentiler içine girmeye gerek yok. Hükümetin açıkladığı vergi artışlarına rağmen, önümüzdeki yıl büyüme tarafında başrol yine maliye politikasının olur.
Türkiye’de faizler çok yüksek deniyor da bu tespit hangi yatırımcı grubuna göre yapılıyor? Reel faiz anlamında uzun yıllardır eline neredeyse hiçbir şey geçmeyen yerli yatırımcı için mi, yoksa vurkaç peşinde koşan, kısa vadeli düşünen yabancı spekülatör için mi? Yerli yatırımcı getiri anlamında deyim yerindeyse perişanları oynuyor. Ticari bankalar arasında, bir yıllık vadede en yüksek mevduat faizi veren bankanın net getirisi yüzde 11.70 olarak gözüküyor. Enflasyonun yüzde 11.20 olduğu bir ortamda, yüzde 11.70’lik getirinin yüksek olduğunu iddia etmek mantık dışıdır. Kaldı ki, büyük bankaların bir yıl vadede net getirileri enflasyonun da altında kalıyor. Mevduat sahipleri açısından reel faiz negatif oluyor. Faizler zaten yüksek ifadesi, yerli yatırımcı açısından doğru olamaz. Yabancı yatırımcı için faiz tabii ki caziptir. Çünkü yabancılar net getirilerini, kendi ülkelerindeki çok düşük enflasyon oranları üzerinden hesaplıyorlar.
Dış etmenler açısından değerlendirirsek; Amerika’da faiz beklentisindeki artış ve Çin Yuanındaki düşüş gelişen ülke paraları üzerinde baskı oluşturuyor. Özellikle ABD’de iki yıl vadeli faiz beklentisi son 1.5 ayda belirgin şekilde yükseldi. ABD faizlerindeki yükseliş hareketi sürerse başka senaryolar yazılır. Bunların dışında dünyada işler fena gitmiyor. Global büyüme ivme kazanıyor. Düşük enflasyon oranları merkez bankalarını sabırlı kılıyor. Trump yönetiminin vergi teşvik paketini hayata geçirmesi, Almanya’da kurulabilecek Jamaika koalisyonunun maliye politikasına ağırlık vermesi bir trend yaratabilir. Dünyada genişletici maliye politikası rüzgarı esebilir. Aylardır devam eden iyimserlik yine sürebilir. TCMB sıkı para politikasına devam ederse, genişletici maliye politikası etkin bir araç olarak kullanılırsa, yeni politik belirsizlikler yaratılmazsa, dünyadaki pozitif ortamdan faydalanırız.