Para politikası ve güçlü TL

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

Normal şartlar altında hikayemiz şöyleydi. Bir ülkenin parasının değerini mal ve hizmet akımları belirler, dış ticaret fazlası veren, uluslararası piyasalarda rekabet gücü artan, ekonomisi bu anlamda (da) güçlenen ülkenin parası değer kazanırdı. Fakat dünyanın yaşadığı her küreselleşme dalgasının ardından, veya sabit kur sistemlerinden her çıkışta, gündeme doğrudan doğruya sermaye, para akımları girdi. Örneğin 1914 öncesinde de mali sermaye, doğrudan sermaye ihracı, spekülasyon vb temalar dünyanın gündemindeydi. Bu akımların yüksek dolaşım hızına ve çok yüksek miktarlara ulaştığı son globalleşme dalgasında artık pek çok ülke için dış ticaret değil, sermaye hareketleri kurun en önemli belirleyicisi oldu. Yani prensip olarak paramızın değerli olması istenir; fakat neden değerli olduğu da en az o kadar önemli.

Türkiye'de tasarruf oranı OECD ülkeleri ortalamasına göre belki anormal derecede düşük değil. Ancak hedef büyüme hızımızı yüzde 6-7 olarak düşünürsek yetersiz kalıyor. Potansiyel büyüme hızımız olan yüzde 4,5-5 aralığında büyüsek dahi dış açık veriyoruz ve dış açığımız yüzde 65-70 oranında cari açığa tercüme oluyor. Büyümek için dış dünyanın tasarruflarını kullanıyoruz. Zaman zaman enerji faturası verili bir büyüme hızında oluşacak cari açığı aşırı artırıyordu. Şu anda enerji fiyatlarında böyle bir aşırılık olmadığı halde cari açığımız hızla arttı ve USD40 milyarı geçecek gibi görünüyor. İhracatımız artıyor, fakat ithalatımız da artıyor ve sonuçta dış açık büyüyor. Bu durumda bile TL değer kazanıyor çünkü sermaye hareketleri -bazen finans hesabında, istisnai dönemlerde de net hata ve noksan kaleminde görünüyor- cari açığı fazlasıyla kapatıyor. TCMB'de döviz rezervi birikmesinin de temel anlamı bu: bu dövizler Çin'de olduğu gibi cari fazla vererek birikiyor değil.

Paranın değerlenmesiyle "aşırı değerli" hale gelmesi farklı kavramlar. Paranız anormal değer yitirmiştir ve bir noktadan sonra değerlenmeye başlar. Ya da ekonomi güçlenmektedir ve para biriminiz değer kazanmaktadır. Fakat dış ticaret partnerlerinizle içine girdiğiniz rekabette ağırlıklandırılmış olarak baktığınız sepet kur dış açığı büyütecek şekilde "aşırı değerlenebilir". Paranız değer kazanırken bir seviyeye kadar verimlilik artışınız bu gelişmeyi destekleyebilir. Ama bir eşik değerden sonra "aşırı değerlenme" başlayabilir. Teorik olarak, sadece tartılı efektif reel kura bakarak "aşırı değerlenme" tespiti yapamazsınız. Mezuranız o değildir. Mezuranız verimlilik, birim ücret maliyetleri, diğer maliyetleri de hesaba katarak ve ticaret partnerlerinizle aranızdaki enflasyon farklarını da değerlendirerek yapacağınız rekabet gücü çalışmasıdır. Elbette bu çalışmaların yöntemleri vb başka bir tartışmanın konusu. Keza verimliliğinizi nasıl ölçtüğünüz de öyle hemen hesaplayabileceğiniz basit bir işlem değil. Uzmanlık alanı bile denebilir. Yapılan bu tür çalışmalara göre TL "aşırı değerlidir".

Ama bununla bitmiyor. Ne yapacaksınız? Global dünyada uluslararası sisteme bir eklemlenme biçiminiz var. Her ülke aynı şekilde eklemlenmiyor ama verili bir ülkenin izlemiş olduğu bir patika var. Geldiğiniz noktada paranız aşırı değerleniyorsa bu tek bir faktörün sonucu değil. Mesela "faiz yüksek-kur düşük" gibi basit bir nedensellik ilişkisi kurmak çok güç. Faiziniz düşerken de para biriminiz değer kazanabilir. Diğer ülkelerde faizlerin seviyesi, uluslararası risk primi, borsanızın faizinizle (negatif) ilişkisinin derecesi, büyüme hikayeniz, diğer riskleriniz vb faktörler hem tahvil-bono portföyüne yabancı ilgisini artırabilir, hem de hisse senedi piyasanıza yatırım çekebilir. Sonuçta paranız değerlenir. Nokta atışıyla "her şey aynı kalsın, ama kur X seviyesinde olsun" diyemezsiniz. Portföy yatırımlarına fazla bağımlıysanız ve bu yatırımlar ürkek ve oynak ise, kriz geldiğinde sermaye çıkışı yaşanır, cari açık daralır, ekonomi küçülür, kur yükselir. Ama sonra aynı mekanizma çalışmaya başlar; büyüme geri gelir, cari açık artar, sermaye girişi cari açığı fazlasıyla karşılıyorsa paranız yeniden değer kazanmaya başlar. "Denge reel kuru" 3-5 yılda bir ancak ziyaret edersiniz, orada duramazsınız.

Sermaye akımlarına kontrol getirmezseniz olacak olan hep budur. Getirmeye kalkarsanız, elbette ne yaptığınıza, nasıl yaptığınıza bağlı olarak, dünyayla farklı bütünleşme biçimleri arıyorsunuz demektir. O zaman farklı bir mikro ekonomik politikanız da olmalıdır. Başka bir sanayi ve teşvik politikaları demeti, başka bir iktisadi program. Bu kanımca apayrı bir konu. Gündemde böyle bir tartışma görmüyorum.

Dünya krizden yavaş çıkıyor ve Bernanke'nin ifadelerinde bile olağanüstü belirsizlikten söz ediliyor. TCMB bu ortamı elbette göz önünde bulunduruyor. Fakat çıkış stratejisini de uygulamayı sürdürüyor. Burada verilen mesaj mali kesime yavaşlama mesajıdır. Bir kısmı atıl ve dış ticaret performansıyla artırıldığı söylenemeyecek olan döviz rezervlerinin yükseltilmesi kuru yukarı itemez. Zaten TCMB de bu noktaya değindi. Sterilizasyon kaygısı yaratacak çapta müdahaleler sonuçta faizi yukarı iter ve ihracatçılara da faydası dokunmaz. Faizlerin daha düşük seviyede dengelenip dengelenemeyeceği bağlantılı, ama başka bir tartışma konusu. TCMB faizleri sonuçta politika faizleridir ve bir ölçüde dışsal olmasalar zaten politika faizi işlevi göremezler. Geçmişte bunları yaşadık: 1990'larda kamu maliyesinin baskısı (fiscal dominance) altında TCMB'nin para politikasında da eli rahat olamamıştı. Kalıcı olarak düşük reel faiz için kalıcı olarak düşük enflasyon -mesela yüzde 3-4 mü?- gerekecek. Yıl sonu enflasyon beklentisinin yarısı kadar; yani yüzde 100 düşüş. Sadece para politikasıyla başarılamaz.     

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019