Para politikası değişimindeki riskler!
Merkez Bankası Para Kurulu toplantısında alınan kararlar, gerek Türkiye ekonomisi, gerekse mali sektöre ilişkin kırılganlık artışı endişesini güçlendiriyor. Ayrıca küresel piyasalarda devam etmesi muhtemel olumsuzluklar da bu süreçte etkili olmuş gibi görünüyor. Küresel ekonomi ve finans sisteminde birbirini besleyen daralma eğilimi beklentiler yolu ile Türkiye ekonomisi ve mali sistemini de aynı yönde etkiliyor; Para Kurulu ise inisiyatif kullanarak bu etkiyi sınırlamaya çalışarak yabancı sermaye bağımlılığını azaltmaya çalışıyor. Sonuçta gecelik faizler sürpriz bir şekilde yüzde 1,5 puan aşağı çekilerek yüzde 11,5 düzeyine geriletiliyor; Merkez Bankası'nın bankalara kullandırdığı döviz depolarında ise vade üç aya çıkarılır iken faizi önemli ölçüde düşürülüyor.
Alınan kararları değerlendirir iken Merkez Bankası'nın rolündeki değişikliği dikkate almak gerekiyor. 2008 yılı son çeyrek dönemine kadar ülkemizde uygulanan para politikasının ne kadar sıkı veya gevşek olacağını belirleyen değişken sermaye hareketleri idi. Söz konusu kaynak girişi ihtiyacın üzerine çıkar ise Merkez Bankası devreye girerek bir yandan rezerv takviyesi yapar ve karşılığında piyasaya verdiği Türk Lirası miktarını arttırır idi, diğer yandan ilkine paralel olarak kısa vadeli faizleri geriletirdi. Aksi ihtimalde ise rezerv kullanımına bağlı olarak Türk Lirası cinsi likidite de daralır kısa vadeli faizlerin yükseltilmesi gündeme gelir idi. Özetle söylemek gerekir ise para politikasının ne kadar gevşek veya sıkı olacağına ilişkin inisiyatif Merkez Bankası tarafından sermaye hareketi düzeyine bağımlı olarak belirleniyordu. Para politikasının gevşek olabilmesi için de Türk Lirası cinsi fazilerin yabancı sermayeye cazip gelecek oranda yüksek olması gerekli idi. Mevcut koşullarda bu eski yaklaşımda ısrar etmenin maliyeti kabul edilebilir nitelikte olmadığı için tercihler değişti. Para politikasında yabancı sermaye hareketine bağımlı bu yaklaşımın zorunlu olarak terkedilmesi pek çok tercihi de değişmeye zorlayacak. Hiçbir şey eskisi gibi olamayacak.
Orta vadede yabancı sermayeyi memnun etmek, gerekli ve yeterli düzeyde net girişi mümkün kılmanın imkansızlaşması değişikliğin sebebi olarak algılanabilir. Zira eski yaklaşımda ısrar edilmesi durumunda yaşanacak likidite sıkıntısının gerek bankacılık gerekse ekonomi üzerindeki etkisi yıkıcı olabilirdi. Fakat bu yeni yaklaşımında her şeyin ilacı olduğu düşünülmemeli; sadece belli yan tesirler pahasına likidite sıkıntısı yaşanmaması ve buna bağlı ek sıkıntıların önlenmesi amacı ön plana çıkıyor. Merkez Bankası öncelikle doğrudan müşterisi konumundaki bankaları rahatlatmaya çalışıyor ki onların tavrı ekonomideki eğilimler üzerinde etkili olacağı biliniyor.
Yeni uygulama iki açıdan ciddi riskleri bünyesinde barındırıyor ve bunlar birbirlerini etkileyebiliyor. İlk olarak para politikasının gevşemesi ve likidite sıkıntısı olmayacağı güvencesinin verilmeye çalışılması paranın devir hızının artması ve ekonominin yeniden canlanması anlamına gelmeyebilir. Olumsuz rekabet koşulları, gelir dağılımında bozukluk gibi yapısal sebeplere bağlı durgunlaşma para politikası uygulamaları ile aşılamaz, bankların daha seçici ve muhafazakar oluşu engellenemez. Yok eğer bankalarda durgunluktan çıkmak adına seçici olmaktan vazgeçer ve temel ilkeleri ihmal eder ise bu kez geri dönmeyen krediler ve yükselen enflasyon kaçınılmaz olur ve çok ciddi bir güven bunalımı yaşanabilir. İkinci risk ise döviz kurları üzerinde yoğunlaşıyor; uluslararası düzeyde Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkelerin risk primi artar iken içeride reel faizlerin seri bir şekilde gerilemesi ciddi bir finansal hareket yaratabilir ve Türk Lirası'nın hatırı sayılır ölçüde değer kaybı ile sonuçlanabilir; böyle bir olasılık para politikasından bağımsız olarak ekonomideki daralmayı derinleştirebilir. Zira Türk Lirası'nın tasarruf için cazip bir para konumundan çıkıp borçlanma için uygun hale gelmesi daha önce yapılmış tercihlerin gözden geçirilmesi ve yeni duruma uygun hale gelebilmesi adına değişmesi söz konusu olabilir; ek bir sermaye çıkışı döviz rezervlerini eriterek olumsuz beklentileri tetikleyebilir.
Türkiye ekonomisi açısından yukarıda özetlemeye çalıştığımız her iki risk de ciddiye alınmalıdır. Zira yapısal sebepler nedeniyle para politikasının, paranın devir hızı üzerindeki etkisi sınırlıdır ve bu durumu aşmak için bankaların seçici olmaktan vazgeçmeye teşvik edilmesi felaketle sonuçlanabilir. Ayrıca net döviz borcu veya başka bir deyişle açık pozisyonun büyüklüğü nedeniyle yaşanacaklar yapısal sorunları ağırlaştırarak ekonomik daralmayı hızlandırabilir. Merkez Bankası Para Kurulu'nun dile getirdiğimiz riskleri hesaba katmamış olması düşünülemez. Öyle ise tutuk davranıp likidite sıkıntısına sebep olarak mali sektör ve ekonomide yaşanacak tahribatı sınırlamaya çalışıyor; kırılganlıktaki artışı ciddi riskler pahasına kontrol altına almaya çalışıyor.
Bu arada not düşülmesi gereken bir konu daha var: IMF ile anlaşan herhangi bir ülkenin Merkez Bankası'na böyle bir inisiyatif tanınmadı; para politikasının ne kadar gevşek veya sıkı olacağı sermaye hareketinden bağımsız olmasına izin verilmedi. Hal böyle olunca eskisinden daha farklı olasılıkların gündemde olduğunu hesaba katmakta yarar var!..