Par Principe
Bazıları gibi ben de par principe (Fransızca) yani Türkçesi ‘ilke olarak’ lafını arada sırada kullanırım. Benim bir par principem var: Çalışıp ayrıldığım iş yerleri hakkında yazı yazmam. En azından aradan ciddi bir süre geçmeden. Ne konferanslarımda ne yazılarımda danışman veya görevli olarak çalıştığım yerlerden örnek vermem, onları yazılarımda anlatmam.
Okurlarım bilirler; 2009 yılı Ekim ayı sonu Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) ve Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) bir ortaklığı olan Uluslararası Ticaret Merkezi'nden (ITC) emekli oldum. Sırasıyla önce Asya ve Pasifik’ten sorumlu ‘Baş Teknik Danışman’, sonra İşletme Yönetimi Geliştirme-EMDS (Enterprise Management Development) ve en son da Ticaret Destek Kurumları Güçlendirme-TSI (Trade Support Institutions) bölümlerinin kurucu başkanı olarak senelerce çalıştım. Aradan zaman geçti. Ne oradaki deneyimlerimi yazdım ne de anlattım. Henüz benim işe aldığım elemanlar orada yetkili yerlerde olduklarından hâlâ da yazmayacaktım ama, geçen hafta söylediğim gibi, beni kızdırdılar. Yine de mümkün mertebe (gençler için olanak ölçüsünde) edebimle kızacağım. Hicap duyuyorlar herhalde ki metni hangi aklı evvelin yazdığı raporda yok. Olsaydı doğru ona yazacaktım ama yok. İnşallah benim elemanlardan biri değildir.
Niye mi kızdım? Bakın anlatayım. İşletmecilikte çiğnene çiğnene sakız olmuş bir kavram vardır: Rekabet gücü; yani İngilizce competitiveness. ITC ben bildim bileli KOBİ’lerin rekabet gücünü inceler, raporlar yazar, konferanslar düzenler. İki yüzü aşkın elemanın çalıştığı kurumun 2015 bütçesi 59 milyon dolar. Beş aşağı beş yukarı her sene bu kadar para harcar. İncir çekirdeğini doldurmayacak kadar da iş yapar. Neyse ITC’nin 2015 rekabet gücü raporu yeni çıktı. Oflaya puflaya okudum. Özetle rapor benim kuruma girdiğim yıldan beri geçen on-beş, yirmi yıldır ‘az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de baktık ki bir arpa boyu yol gittik’ örneği. İnsaf. Bunca senedir harcanan emek ve parayla hiçbir şey öğrenilmemiş olması rahmetli Demirel’in deyimiyle “Esef vericidir.”
Bakın 2015 rekabet gücü raporu bu kavramı nasıl tanımlıyor: Hedeflenen pazarların ihtiyaçlarını tamamen, eşsiz ve devamlı bir şekilde doyuran ürün ve servisleri tasarlayıp üreterek ve bunları piyasaya sürerken iş çevresiyle bağlantılar kurup buradan sağladığı kaynaklardan sürdürülebilir bir dönüşüm sağlama yeteneği. Okurlarım kavram tanımları konusunda ne kadar hassas olduğumu bilirler. Bakın yarım asırdan fazlaki ömrü boyu uğraştığı konuda vardığı noktaya. Rekabetçilik bir yetenekmiş! Bu yetenek (1) Şirket kullandığı kaynaklardan sürdürülebilir bir dönüşüm sağlarsa; (2) Hedeflenen pazarların ihtiyaçlarını (a) tamamen (fully); (2) eşsiz (uniquely); ve (c) devamlı karşılayan ürünleri (i) tasarlarsa; (ii) üretirse ve (iii) piyasaya sürerse kazanılırmış. Şimdi bu yazıyı okuyan sizler ya yöneticisiniz ya da yönetici olmak istiyorsunuz. Bu tanımdan ne öğrendiniz? Önce, bir yetenek ile o yeteneğin nasıl kazanıldığının aynı tanımda çorba edildiğini öğrendiniz. Sonra, bunun ölçülebilir bir tanım olmadığını gördünüz. Ve en son bu tanımın ‘rekabet gücü’ kavramıyla bir ilgisinin olup olmadığı konusunda şüpheye düştünüz. Sözün kısası işinize yarayacak bir şey öğrenmediniz. Adı üstünde rekabet gücü kavramı ‘rakipler’ denilen bir şeyle ilgilidir. Bu tür saçmalığı öğrencilerim yapmazdı. On-beş sene kurumun dört değişik CEO’suna “etmeyin, tutmayın” demekten dilimde tüy bitti. Doktor unvanım var diye herhalde söylediklerime “akademik” dediler.
Kardeşim bir kavramı tanımlarken varsayım yapamazsınız dedim. Şimdi tanımı okudunuz. Gidin şirketinize ve deyin ki “Bundan kelli hedeflediğimiz pazarların ihtiyaçlarını tamamen, eşsiz ve devamlı karşılayan ürünleri tasarlayıp; üretip piyasaya süreceğiz.” İşiniz tamamdır. Tebrikler. Tanım böyle yaparsanız ‘rakiplerinizi yeneceğinizi’ varsayıyor. Yok böyle bir şey. Tüm bunları anladığınızı ve de yaptığınızı varsaysak bile bunun sizi ‘rekabetçi’ yapacağı diye bir garanti yok.
Efendiler, tanım yaparken tanıma muhtaç kavramlar kullanmayın dedim. Bu tanım aynen bunu yapıyor. Kendi tanıma muhtaç kavramlar (tamamen, eşsiz, devamlı, tasarlama; üretme, piyasaya sürme) kavramları kullanarak güya bir kavramı açıklıyor.
Arkadaşlar, kavramın ölçülmesine olanak vermeyen tanımlar önermeyin diye naralar attım. Bu tanımla gidin şirketinizin rekabet gücünü ölçün. Bana da bunu nasıl yaptığınız yazın ki herkese anlatayım. Ölçemezsiniz.
Kardeşlerim bir kavramı tanımlarken tanımınızın kavramın işaret ettiği şeyle bire bir ilişkilendirilmesine dikkat edin dedim. Yok ben öyle dememişim gibi tanımda ‘rakipler’ lafı bile geçmiyor.
Halbuki ITC’nin elinde bundan on sene önce hazırlanmış bir tanım var. Yukarıda Allah var. Kurumda bazı uzmanlar bu tanımı biliyor, hâlâ kullanıyorlar. Hatta ITC’nin bir bölümü otuzu aşkın ülkede ‘rekabet gücü’ böyle tanımlanır diye ders veriyor. Fakat kurumun resmi raporunun bundan da haberi yok. Gel de kızma. Haftaya şu rekabet gücü işine geri döneceğim.
Sağlıcakla kalın.