Panik seçim ekonomiyi nasıl etkiler?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın baskın seçim için belirlenen tarihi açıkladığı andan itibaren, seçimin bu kadar aceleye getirilmesiyle Türkiye ekonomisindeki sorunlar arasında bir bağlantı kuruldu. Dış dünyada ve finans piyasalarında yapılan değerlendirmelerde de Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu kritik durumun, seçimlerin erkene alınmasında belirleyici olduğu sıkça vurgulanıyor. Bu değerlendirmeleri okuyunca Türkiye’deki gelişmelerin ne kadar yakından izlendiğini de daha iyi anlıyorsunuz. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomik kararlara ve özellikle TC Merkez Bankası’nın kararlarına müdahil olduğunu herkes biliyor ve değerlendirmelerini bu faktörü hesaba katarak yapıyor.
Merkezi Londra’da bulunan düşünce kuruluşu Chatham House’un Türkiye analisti Fadi Hakura, CNBC televizyonunun Türkiye’deki baskın seçimle ilgili sorularını yanıtlarken lafı dolandırmadan şöyle konuşmuş: “Erdoğan’ın seçimin 24 Haziran’da yapılacağını ilan etmesi, panik ve çaresizlik içinde olduğunu gösteriyor. Daha önce yapmış olduğu açıklamalarda, erken seçimi demokrasiye yakışmayacak bir zafiyet belirtisi olarak gördüğünü belirtmiş olan Erdoğan’ın Türkiye ekonomisinin kritik durumu nedeniyle paniklediği ve seçime gitme kararını aldığı anlaşılıyor.”
Seçimin kendi zaferiyle sonuçlanması halinde biraz rahatlayacak olan Erdoğan’ın faizlerin yükselmesine izin vererek zaman kazanmak isteyebileceğini belirten Fakura, Türkiye’nin finansal ve ekonomik bir krize doğru yaklaşmakta olduğunu gösteren işaretler çoğalırken Erdoğan’ın işinin kolay olmayacağını hatırlatıyor. (www.cnbc.com/2018/04/19/turkey)
Diğer dış tepkilerde de aşağı yukarı aynı noktalar üzerinde duruluyor, Türkiye ekonomisindeki sorunların krize dönüşmemesi için acil önlemlerin gerekli olduğu belirtiliyor. Türkiye ekonomisinin bugün içinde bulunduğu durumun da yanlış tercihlerden kaynaklandığı, yönetimin sürdürülebilir büyümeyi değil zorlama yöntemlerle büyüme şampiyonu olmayı hedeflemiş olmasının bütün dengeleri bozduğu vurgulanıyor.
Türkiye ekonomisinin temel sorunu
Türkiye ekonomisinin temel sorunu, ekonominin sürekli olarak günü kurtarma anlayışıyla yönetilmesi. Yapısal sorunlar göz ardı edilerek hızlı büyümenin farklı kesimlere sağlanan desteklerle ve “haydi babayiğidim sen yaparsın” anlayışıyla sürdürülebileceği sanılıyor. Salt motivasyon aşısıyla futbolda bile başarı elde edilemiyor artık. Edilebilseydi, Türk milli takımını Haziran ayında Rusya’da yapılacak Dünya Kupası’nda izleme olanağından yoksun kalmazdık.
Türkiye, ekonomisini hızlı büyümek için gerekli yatırımları finanse edecek mali kaynaklara sahip değil, tasarruf açığı var ve nedenle dış kaynağa bağımlı bir ülke. Yeterli dış kaynağı çekebilmek için uyulması gereken koşulların neler olduğu da belli. Doğru adımların istenen sonucu verdiği görüldü daha önce. AKP iktidarının Avrupa Birliği ile bütünleşme hedefine yönelerek dış kaynağı çekecek adımları attığı dönemde doğrudan yabancı sermaye girişleri yılda 20 milyar doları aştı, Türk parası değer kazandı, kişi başına gelir 2008 yılında 10,900 dolara yükseldi.
On yıl sonra bugün gelinen noktada ortaya çıkan tablo ise çok farklı. Türkiye’ye dışardan bakanlar da bunu net olarak görüyor. Hızlı büyümeye zorlanmış olan ekonomi cari açığı tırmandırdı, enflasyon yeniden çift haneli rakamlarda. Türk lirası dünyada en hızlı değer kaybına uğrayan paralardan biri, dolar bazında kişi başına gelir on yıl önceki düzeyinin altında. Avrupa Birliği ile ilişkiler kopma noktasına doğru gelirken yabancı sermayenin önemsediği hukuk düzeni de sarsılmış durumda. Bu koşullar altında yabancı sermaye girişleri azalırken başka ülkelerde yatırım yapmayı daha cazip bulan Türk yatırımcıların sayısı da artıyor. Gerekli önlemlerin alınmaması halinde bu gidişatın bir krizle sonuçlanması kaçınılmaz görünüyor.
Seçim sonrasında ne olur?
Durumu kurtarmak için panik seçime zorlanan Erdoğan seçimde umduğu sonucu alabilirse iki seçenekten birine yönelebilir. Erdoğan kendisi için zor olanı yapar ve birinci seçeneği seçerse, ekonominin ve dünyanın gerçekleriyle yüzleşmeyi kabul ederek durumu kurtaracak adımları atabilir. Batı dünyasıyla ve finans çevreleriyle daha iyi ilişkiler geliştirmesi de başarılı olma şansını ciddi biçimde artırabilir.
Erdoğan ikinci seçeneği seçer ve gerçeklerle yüzleşmeyi reddederek ekonomiyi çıkmaza sürükleyen çizgide ilerlemeye devam ederse ve sahip olduğu geniş yetkilerle kendi tercihlerini herkese kabul ettirmeye çalışırsa neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum.
Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi halinde ekonomide nelerin olabileceği ise başka bir yazının konusu olabilir.