Özür diliyorum

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Büyük kriz patlak verip gazete manşetlerine tırmandığı gün gazeteye bir not yazarak, krizle ilgili saptamalar yapmaya başladım. Tüm yazdıklarımı taradığımda 5 önemli noktanın altını çizdiğimi gördüm:

1.Krizler, sektörlere göre farklı olmakla birlikte, genelde 18 ayda toparlanıyorlar. İşyerleri planlarını yaparken panik yapmadan, dingin bir kafayla  önlemler almalı.

2.Her büyük kriz üretim hiyerarşisini değiştirir; bu değişiklik mekan planında yeniden konumlanma süreci hızlanır. Türkiye, kriz sonrası üretimin yeni konumlanmasını iyi yönetebilirse 1000 yılın fırsatını değerlendirmiş olur.

3.Her kriz uyum gösteremeyenleri eler, uyum yeteneği olanlar az  veya çok bedel ödeyerek ayakta kalır.Her kriz kendi piyasa boşluklarını yaratır; o boşlukları gören ve dolduran yeni zenginler ortaya çıkar.Krizler, geleceği inşa edecek teknolojik atılımların yapıldığı dönemlerdir.Kriz sürecini  bir bütün olarak değerlendiren ve alternatif tepki stratejileri geliştiren ülkeler  kazançlı çıkar.

4.Kriz, parçalanmış ve kirlenmiş enformasyonu ayıklayan ve doğru enformasyona erişebilen, insan ve sermaye kaynaklarını koordine eden ve belli alanlar saptayarak proje-odaklı yönetebilen topluluk ve toplumlar için gelişme fırsatları yaratır.

5. Kriz öncesinde farkına varılan piyasa yapıcısı kuruluşlar etrafında örgütlenerek, ölçek ekonomisinin "erişebilirliğini", küçük ve orta ölçek yapılarla işbirliğinin "hız ve esnekliğini" iyi kullanabilen "örgütlenmeler" geleceği inşa etmenin önemli araçları olacaktır.

Nerede haklı çıktım?

Kendimize ayna tutmak, kendimizi sorgulayabilme erdemli olmanın altın kuralıdır. O nedenle, kriz sürecinde yazdıklarımın ve anlattıklarımın ana fikirlerini bir kağıda dökerek sorguladım.

Yazılarda diyordum ki, "…gelişmiş ülkeler, birçok alanda karşılaştırmalı üstünlüklerini yitirecek. Bu alanlar mekan planında göç edecek. Biz bu göç sürecini iyi yönetirsek, satın almalar, ortaklıklar, işbirlikleri ile bir süre daha kitle tüketiminin ürünleri arasında yer alacak olan üretim alanlarında çok önemli avantajlar sağlayabiliriz. Hep birlikte, gelişmiş ülkelerden  bu  yönelişe tanıklık edeceğiz; dersimizi iyi çalışmalıyız…"  Bu saptamayı çok değişik sektörlerde test ettim; yanılmadım, ülkemiz için fırsat yaratan bir gelişme oldu. Son örneği de Yıldız Holding'in İtalya'nın bir numaralı ambalaj filmi üreten M&G Grup ve grup şirketlerinden Nuroll SpA'yı satın alması. Bu satın alma, hem teknolojik olarak ileri aşamalara geçişi hızlandıracak, hem de  pazar satın alarak, ambalaj malzemesi ve ambalaj üretiminde alan hakimiyetini artıracak.

İstenirse ülkemizde  satın almalar, işbirlikleri ve ortaklıklar  kurularak, kriz sonrasının üretim ve ticaret ağını genişleten daha onlarca somut örnek aktarabilirim.

Nerede yanıldım?

Ülkemizde hayvancılık işletmelerinde ciddi biçimde yanıldım. Gerekli ölçekte kurulan, teknik donanımı yeterli olan ve çağdaş yönetim ilkelerine uygun olan örgütlü hayvancılık işletmelerinin rekabet gücü yaratacaklarını; piyasa yapıcısı rolünü yerine getireceklerini, küçük ve orta ölçekle bütünleşen  bir "uluslar arası rekabet bazı" oluşturacaklarını düşündüm.

Hükümetin et ithalatına izin vermesinden sonra gözledim ki, ölçek, teknoloji ve yönetim bakımından başka ülkelerdeki benzer işyerlerinden bir eksikleri olmayan örgütlü hayvancılık işletmeleri ciddi biçimde zorlandı. O zaman Drucker aklıma geldi. Yönetim biliminin 20'ıncı yüzyılda yetiştirdiği bu büyük dahi, örgütün çevresi, içinde bulunduğu toplum ve onun yapısı, pazar, müşteri ve teknoloji ile ilgili varsayımları  irdelemeyen; örgütün özgün misyonunu tüm çalışanları ve kitlelerle paylaşmayan, daha da önemlisi örgüt çekirdek yetkinliklerini geliştirmeyen işyerlerinin yol haritasından yoksun kalacaklarını, ciddi sapmalarla kaynaklarını israf edeceklerini ısrarla yazmıştı…

Örgütlü hayvancılık işletmeleri yatırımlarını yaparken, diğer ülkelerde devletin süt ve et üretimine sağladıkları destekleri net olarak saptayıp saptamadığını gerektiği kadar analiz etmediğimizi şimdi iyice kavradım. Ülkemizde kaba yem üretimi ve arzının gelişmelere uygunluğuna ilişkin analizlerimizin eksik kaldığını gördüm. Kesif yem girdilerinin ülkemiz koşullarında rekabet edebilir maliyette üretilip üretilemeyeceğine ilişkin varsayımlarımızın çevre koşullarına uygun düşmediğini itiraf etmeliyim. Ülkemizde kamunun, üreticilerin ve bu konularda söz söyleme hakkı gören sivil inisiyatiflerin örgütlenme derinliklerinin, işin ayrıntısını bilme düzeylerinin ne olduğunu gerektiği kadar sorgulamadığımızı kavradım.

Örgütlenmelerin kendi iç dinamiklerini, ülke koşulları bağlamında olanak ve kısıtlarını, uluslar arası ağlarındaki konumlarını analiz etmeden  "umut ve beklenti" yaratmaya katkı yaptığımın farkına vardım. Bu nedenle, yazdıklarımı okuyarak yatırıma kalkışmış olanlar varsa, onlardan çok içten özür diliyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar