Özetle bilgilenmek
Çağımız bilgi çağı diyorlar. Doğrudur ama bize bilgili değil bilge adam lazım. Bilgi başka bilgelik başka. Okursunuz bilgi edinirsiniz. Bilgelik o kadar kolay değil. Bana sorarsanız dostlar çağımız bilgiden yana zengin bilgelik yönünden fakir. Okur öğrenirsiniz diyorum ama o da kolay değil. Akademik ve yarı akademik yayınların bolluğu içinde okumak da bir iş. Özellikle ilimin, bilimin sınırlarını zorlaması beklenen akademik yayınları takip artık her baba yiğidin harcı değil. Okurlarım bilirler. Ben on beş sene yurt içinde ve dışında üniversitelerde işletmecilik, uluslararası ticaret, araştırma metotları, falan konularında dersler verdikten sonra akademisyenliği bıraktım. Ondan sonraki onbeş senemi Peru’dan Batı Samoa’ya kadar uzanan bir coğrafyada yerleşik yirmi küsur ülkedeki iş adamlarıyla eğitmen ve danışman olarak geçirdim.
Akademik dünyada çalışanlar bilirler. Her branşın kutsal yayınları vardır. Malum eğer akademisyenseniz kariyer başarınız yayınlarınızla ölçülür. Bazı ülkelerde bu iş çok ciddiye alınır. Yayın yaptınız ne ala, yapamadınız kapının önüne koyarlar adamı. Akademik dünyada İngilizce ‘Publish or perish’ sözcüğü, yani ‘yayın yap yoksa yok ol’ bunu ifade eder. Bu nedenle akademisyenler çala kalem yazarlar. Yazmakta yetmez. Bunların basılması da. Yayın var yayıncık var. Bazı yayınlarda makalenizin çıkması demek köşeyi döndünüz demektir. Söz gelimi eğer pazarlama konusunda çalışan bir akademisyenseniz Amerikan Pazarlama Derneği’nin (American Marketing Association) yayınları olan ‘Journal of Marketing – Pazarlama Dergisi’ ve ‘Journal of Marketing Research – Pazarlama Araştırması Dergisi’ adlı dergilerde bir makaleniz çıksa çoğu üniversitede bu terfi için yeterli başarı sayılır. Bu dergilerden biri de ünlü Harvard Üniversitesi’nin çıkarttığı Harvard Business Review (HBR) dergisidir. Bu dergi ülkemizde de Türkçe olarak yayınlanıyor. Eğer bir danışman veya eğitmen olarak ‘Guru’ diye anılmak istiyorsanız bu yayınlarda bir, tercihan bir kaç makalenizin çıkması neredeyse yeter ve gerek şarttır. Adı guruya çıkmış, paradigmalarıyla uluslararası ün yapmış (ve tabii çok para kazanmış) kişilere bakarsanız çoğunun başarılı maceralarının bir HBR makalesiyle başladığını görürsünüz.
Ben akademisyenliği bıraktığım 1989 yılından bu yana bu tür dergilerin arada sırada ‘İçindekiler’ sayfasına bakar ve bazı makalelerin ‘özetlerini’ okurum. Yani, sizin anlayacağınız okuyorum sayılmaz. Saygısızlık olmasın içlerinde mutlaka çok iyi fikirler vardır. Okumadığım için bunları kaçırıyorum.
İşletme yöneticileri olarak çoğunuzun bunları okumaya vakitlerinizin olmadığını biliyorum. Bir kısmınız bu nedenle, bir kısmınız yabancı lisan bilmediğinizden, bir kısmınız ise bu makalelere değer vermediğinizden akademik yayınları okumuyorsunuz. Bir de bunun tersi var. Bazı iş sahiplerinin okudukları akademik yayınlardan gereğinden fazla etkilendiklerini de gördüm. Gereğinden fazla etkilenmek ne demek? Bir yazı okuyup, bundan etkilenip hemen işletmesinde uygulamaya kalkmak demek. Neyse, çoğu yöneticinin, hele evli barklı, çoluk çocuk sahibi yöneticinin hanımdan gelen “Ekrem akşama Gülşen hanımlar çaya gelecek erken çık. Gelirken börek al” veya mahdumdan gelen “Baba benim falan filan almam lazım (yani para lazım diyor)” gibi meşgaleler arasında oturup dergi falan okumaya ne takatleri ne vakitleri yeter. Eğer bunları okumadığım için geri kalıyorum gibi bir endişeniz, veya sağda solda “Profesör falankeş son yazısında diyor ki:” diyerek hava atmak niyetiniz, veya bunlardan sahiden yararlanacağınıza inancınız varsa bazı çözümler önerebilirim.
Toprağı bol olsun ünlü iş adamlarımızdan Üzeyir Garih Bey’le yıllar önce Filipinlerin Manila kentinde tanışmıştık. Üzeyir Bey Manila’ya hükümetin bu kentin dillere destan trafik sorununu hafifl etmek için inşaya karar verdiği metro inşaatının ihalesini almaya gelmiş. O sıralar Filipinler büyük elçimizle görüşmüş. O da beni önermiş. Ziyaretime geldi. Ben de elimden geldiğince bilgi verdim. O da bana bu ihale için Filipinlerde yaptıklarını anlattı. Bu ihaleyi anlattığı hazırlıkla Endonezya, Malezya ve Japon firmalarının elinden alamayacağını anlatmaya çalıştım. Teşekkür etti ve ayrıldı. Aradan yıllar geçti. Üzeyir Bey bana bir kitabını postaladı. Ben de bir İstanbul ziyaretim esnasında bir jest olsun diye kendi kitabımı ona götürdüm. Hanımla ziyaretine gittik. Üzeyir Bey soğuk fakat nazikçe karşıladı. Kitabı verdiğimde de “Ben kitap okumam” dedi. “Üniversiteden bir kaç genç tuttum. Onlar okuyorlar bana özetliyorlar” diyerek de izah etti. Anladım ki Türkiye’de kitap yazarları iş adamlarına gidip kitaplarını satıyorlarmış. Hani Üzeyir Bey bir-iki bin nüsha alsa kitap ‘best seller’ olur diyerek. O da kitabımı satmaya geldim sanmış. Her ne kadar kan beynime çıktıysa da suratımdan halimi anlayan hanımın dirsek ve masa altı tekme yöntemiyle yaptığı uyarıları sonucu “Beyefendi siz bana bir kitabınızı yollamışsınız. Ben de size kitabımı getirmiştim. İstanbul’da olduğum için bizzat getirdim. Yoksa kitap satmak gibi bir şey aklıma bile gelmemişti” dedim. Çok mahcup oldu. Kızardı, sarardı. Ne diyeceğini bilemedi. Geçmiş gün ne yapsın. Allaha ısmarladık dedik hanımla oradan çıktık. Neyse, kendisinin okumaya vakti veya niyeti olmayanlar için bir çözümü öyle öğrenmiştim. Başkalarına okut, özet dinle. Açarsa alır okursun.
Bir diğer çözüm ise daha kolay ve ucuz. Kitap, makale ve araştırma özetlerini yayınlayan bir çok yayın var. Her ne kadar bunların çoğu İngilizce yayınlar için geçerliyse de yine de iyi bir başlangıç noktası sayılırlar. Bu özetleri okuyup kitabı, makaleyi veya araştırmayı okuyup okumamaya karar verebilirsiniz. Eğer amacınız sırf hava atmaksa bu özetler çok işe yarar. Bu özetleri okuyup sanki özete konu kitabı okumuş gibi konuşan bir profesör arkadaş vardı kulakları çınlasın. Önceleri şaşardık “Yahu bunca şeyi ne zaman okuyor bu adam diye”. Not olarak vereyim bu kitap özetleri kitaplardan daha çok satarlar.
Bir diğer çözüm ise yayınların kendilerinin sunduğu özetleri okumak. Söz gelimi ‘Sermayenin Süper Bol Olduğu Çağda Strateji’ başlıklı makaleyi merak mı ettiniz. Dergi özetini veriyor. Diyor ki: “Son elli yıl yöneticiler sermayenin en önemli kaynakları olduğuna inandılar. Bugün durum değişti. Günümüzde sermaye hem bol hem de ucuz. Bu nedenle sermayenin iyi kullanımı artık rekabetçi üstünlük sağlamak için yeterli olmaktan çıktı. Artık yeni fikirler üretebilen ve bunları başarılı yeni ürünler, hizmetler ve işletmelere çevirebilen iş gücü daha önemli hale geldi. İşletmeler bu yüzden yeni fikirlere açık olmalı, büyüme şansı olan alanlara yatırımlar yapmalı ve insan gücü sermayesine daha ihtimam göstermelidir.” Artık karar verebilirsiniz eğer bizde sermaye bol ve ucuzsa ve büyüme şansı yüksek olan bir çok yatırım seçeneği varsa yapacağınız belli. Gördünüz mü? Makaleyi okumanıza gerek bile yok.
Ancak özeti olmayan çok önemli bir şey var: Haberler. Baş döndürücü bir hızla gelişen güncel olayları da takip gerek. Allah’a şükür ülkemizde ‘önemli açıklama’ haberleri hiç eksik olmaz. Varlık fonu: Merak mı ediyorsunuz? Benimkiler dahil bir sürü yazı var. İnşaat müteahhitlerinin ihale teminatları buradan karşılanacakmış! Doğru mu? Büyük Ortadoğu Projesi? Avrupa Birliği ile olan ilişkiler? Dolar yoyo gibi 3.50-4.00 arası oynayacak mı? Rivayet muhtelif. Okuyun öğrenin. Vaktiniz yetmez. Siz en iyisi Üzeyir Bey gibi yapın. Ve de.. Sağlıcakla kalın.