Özel sektör de yenilikçilikte nal topluyor
"Bizim insanımız çok yaratıcı" türü kendi kendimizi yücelttiğimiz ifadelere çok sık rastlarız. Bu laflar arkası boş olduğunda bile hoşumuza gider. Bu tür tezleri somut verilerle ölçmeye kalkışır, hatta bir de başkalarıyla karşılaştırmaya soyunursanız, çoğunun "Türk'ün Türk'e propagandası" olduğunu görürsünüz.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) son araştırmalarından birisi olan "Yetekte Görünüm 2013" raporu, "Türk özel sektörü çok girişimci, çok esnek, çok yaratıcı" şeklinde dile getirilen kanaatin pek de doğru olmadığını gösteriyor. Türkiye bu araştırmaya henüz tam olarak dahil edilmiş değil. Yine de birkaç konuda Türkiye'nin durumunu diğer ülkelerle karşılaştırmak mümkün. Bunlardan iki tanesi de işletmelerdeki yenilikçi uygulamalarla ilgili. Tablolara bakınca Türkiye'nin yenilikçilikte de nal topladığını görüyoruz.
Birinci tablo işletmelerde son üç yılda çalışma ortamını etkileyecek bir yeniden yapılanma veya örgütlenme yapılıp yapılmadığına dair. Bu tabloya göre Türkiye'de çalışanların sadece yüzde 20.8' işletmelerinde böyle bir yapısal değişim olduğunu bildirmiş. "Her beş işletmeden birisi yapısal reform yapmış. Bu oldukça iyi bir yenilikçilik eğilimini yansıtıyor" diye düşünebilirsiniz.
Ama durumunuzu diğer ülkelerle karşılaştırdığımız zaman bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Tabloda OECD üyesi 24 ülke ile OECD ile ortak çalışan 10 ülkenin verileri yer alıyor. Türkiye, bu 34 ülke içinde en kötü ikinci ülke durumunda. Türkiye sadece OECD üyesi Polonya'yı 2.4 puanla geçiyor. Türkiye OECD ortalamasının da tam 16.1 puan gerisinde. Yani OECD ortalaması, Türkiye'den yüzde 78 daha yüksek.
Makedonya, Arnavutluk, Bulgaristan, Karadağ ve Litvanya gibi ülkeler de yenilikçilikte Türkiye'den daha iyi durumdalar. "Bu ülkeler dönüşüm süreci yaşıyorlar. Değişime bizden daha fazla ihtiyaçları var. Bizden daha yenilikçi olmaları, bu ihtiyaçtan ötürüdür" diyebilirsiniz.
Ama yine yanılırsınız. Çünkü yenilikçilik listesinin en başında Finlandiya, İsveç ve Danimarka var. Bu ülkeler hem katma değeri yüksek üretimde, hem de kişi başına gelirde dünyanın en ön sıralarında yer alıyorlar. Yukarıdaki mantıkla değişime hiç ihtayaçları yok olması gerekiyor. Ama bu ülkelerdeki kuruluşlar, yapısal değişiklikte de başı çekiyorlar. Finlandiya ve İsveç'te çalışanların yarıdan fazlası işletmelerinde son üç yılda yeniden yapılanma meydana geldiğini söylüyor. Bu ülkelerdeki yapısal değişiklik oranı Türkiye'nin 2.5 katı.
İkinci tablonun sorusu daha mikro düzeyde. İşletmedeki köklü bir yeniden yapılanmadan, yapısal değişiklikten söz etmiyor; çalışanlara sadece "Çalışma biçiminizde bir değişiklik oldu mu?" diye soruyor. Türkiye burada da 34 ülke içinde sondan ikinci ve 24 OECD üyesinin de sonuncusu durumunda. Türkiye sadece OECD üyesi olmayan Bulgaristan'ı çok küçük bir farkla geçebilmiş.
Türkiye'de çalışanların sadece yüzde 22.9'u iş yapma biçimlerinde bir değişiklik olduğunu bildirmiş. Tersinden söyleyecek olursak çalışanların yüzde 77'si iş yapma biçimlerinde bile bir değişiklik olmadan çalışmaya devam etmişler. OECD ortalaması yüzde 44.88 ile Türkiye'nin neredeyse iki katı. Liderlik yine İsveç ve Finlandiya'da. Bu ülkelerde çalışanların neredeyse yüzde 60'ı iş yapma biçimlerinde değişiklik yapmışlar.
Bu iki tablo, değişimden korkan, yenileşmeye ürkek bakanın sadece devlet sistemi ve kamu kesimi olmadığını, özel sektörün de değişime pek iştahlı yaklaşmadığını ortaya koyuyor. Bu tabloların çizdiği resim, aynı zamanda Türkiye'nin üretimde katma değer düzeyini yükseltemesi ve bu kadar yüksek cari açık vermesinin bir başka nedenini de açıklıyor.