ÖTV’yi bırak durgunluğa bak
Bir hafta boyunca ÖTV ile yatıp ÖTV ile kalktık. Sonuçta açıklanan rakamlar piyasayı çok da bozacak şekilde oluşmadı. Önümüzdeki dönemde bazı firmaların da belirttiği gibi bu artışlar yönetilebilir olacaktır.
Sorunun temelinde yatan, kişisel gelir artışlarının, araç fiyatı artış oranının gerisinde kalmasıdır. Bunu da firmalar ayarlayacaktır. Ama bu otomotivi bekleyen tehlikenin sadece küçük bir bölümüdür.
Diğer yandan, dikkatli bir şekilde bakıldığında son 10 yılda gerek döviz kuru gerekse ÖTV nedeniyle araç satışları sürekli artarken, otomobil satışları da buna paralellik göstermiş durumda. Ne bizim meşhur 2001 finans krizi ne de 2009 global krizi, otomotiv üzerine büyük bir etki yapmadı. Kriz yılları ardından önemli rekorlar kırıldı. Çünkü ülke olarak hızlı büyüdük.
Dolayısıyla tüketiciler eğer otomobil almak istiyorsa, böyle bir ihtiyaç hasıl olduysa gidip aldılar. Yine öyle olacak.
Bu vergi ile fiyatlar yükselecek deniyor ama yükselmeyeceğini yani en azından tüketicilerin farkedeceği kadar bir değişim olmayacağını söyleyebilirim. Bu yüksekliği kim hissedecek tabii ki kısa vadede araç alımı için araştırma yapan ya da almak üzere olan tüketiciler etkilenecek.
Ama çok gerçekçi olarak bakıldığında fiyat, otomobil sahipliğinde kendi başına bir etken değil. Bir başka deyişle, otomobile ihtiyaç olursa o ihtiyacı giderecek finansman da bulunuyor. Ama asıl darbe, tüketicilerin otomobile ihtiyaç duymayacakları, alımdan uzak kalacakları bir ortamın yaklaşmasından geliyor.
Benim için çok önemli iki gösterge bulunuyor ki bence ekonominin geleceğine yönelik sinyal veren en güçlü işaretlerdir. Bunlardan ilki dünya üzerindeki denizler üzerinden yapılan ticaret hakkında bilgi veren Baltık Endeksi, diğeri ise ağır ticari araç satışlarıdır.
İlk endeks, 2016 yılına neredeyse tarihi dip yaparak başladı. Şubat ayındaki 200’lü rakamlarından bugün 1000’li rakamlara gelse de halen son beş yılın en kötü seviyelerinde geziyor diyebiliriz.
Diğer istatistik ise çok daha vahim.
Yurtiçi ticaretin hareketliliğini gösteren ağır ticari araç satışları, şu anda 2009 krizinden sonraki en kötü yılını yaşıyor.
Hali hazırda sadece 16 bin kamyonun satıldığı bir dönemde, toplam pazarın ikinci felaket yılı olması kesin gibi. Buna bir de satılan kamyonların büyük çoğunluğunun, devletin “büyüme lokomotifi” olarak seçtiği ama katma değeri sıfır olan inşaat yatırımları için alındığı düşünüldüğünde, ticaretin durma noktasına geldiğini söylemek çok da kötümser bir bakış açısı olmayacaktır.
Dolayısıyla, ticaretin durduğu bir noktada otomobil ihtiyacının doğacağını düşünmek hayalcilik olur.
Bugünkü konjonktürde, bir ay önce 90 bin liraya satılan bir otomobilin, bugün 100 bin lira olması tüketiciler açısından bir önem taşımıyor. Çünkü, 90 bin liralık finansman yaratabilen bir tüketici, emin olun 100 bin lira olan o aracı alacaktır. Yeter ki ihtiyaç hissettsin.
Sonuç olarak, vergi artışlarını desteklemek mümkün değildir.
Ama otomotivi bekleyen tehlike vergi artışı değil, önümüzdeki günlerdeki ekonomik durgunluktur.