Otomotivin sorunu
Geçen hafta ihracatın önünün giderek tıkanmakta olduğunu daha doğrusu iktisattaki marjinal fayda noktasına ulaşılmakta olduğunu bunun da önümüzdeki dönemde Türkiye’nin lokomotif sektörü konumundaki otomotive zarar vereceğini belirtmiştim. Bu hafta bu konuyu biraz daha deşelim.
Yeni bir yatırım yapmak için birçok parametrenin bir araya optimum noktada buluşması önem taşıyor. Aslında tüm yapılan hesapların arkasında sadece bir hedef var o da kar elde etmek.
Tüm dünyada sadece otomotivde değil hemen hemen tüm sektörlerde satış fiyatları üzerinde önemli bir rekabet baskısı mevcut. O yüzden imal ederken para kazanılıyor ya da satınalım sürecinde…
İşte bu noktada, yatırım teşvikleri gibi, bir fabrikanın kurulmasında yatırımcının elini güçlendirecek devlet destekleri çok büyük önem taşıyor. Ha keza işçilik maliyetleri de öyle…
Bu ve bunun gibi değişken maliyetler üzerinde bir nebze oynama imkanı olsa da değiştirilmesi en güç olan maliyet lojistik.
Geçmişte Türkiye’nin 10 yıllık bir süreçte peşpeşe büyük yatırımları kendine çekebilmesinin çok önemli üç temel nedeni vardı. Ucuz ve kaliteli işçilik, Gümrük Birliği ile birlikte AB’ye giriş imkanı, ülkenin iç potansiyeli.
Bugün gelinen noktada özellikle eski doğu bloku ülkeleri tüm bu avantajları bizim elimizden almış durumda. Üretim kalitesi ve üretim tesisleri çevresindeki dünya çapındaki yan sanayi firmaları önemli bir artı olarak dursa da imalat maliyetleri, ülkemizin içinde bulunduğu durum nedeniyle sürekli artış gösteriyor.
Lakin asıl sıkında lojistik maliyetleri ve imkanlarından gözleniyor.
Türkiye’nin coğrafi konumunu değiştiremeyeceğimize göre artan lojistik maliyetlerine yönelik adımlar atılması çok elzem. Bugün tüm otomotiv sanayinin ihracatı Doğu Marmara Bölgesi’nin kısıtlı limanları ve İzmir Limanı üzerine yığılmış durumda.
Türkiye’nin ihracat pazarlarına yönelik demiryolu bağlantılarının yok sayılacak kadar az olması nedeniyle gemi ve karayolu dışında alternatifi bulunmuyor.
Kaldı ki birkaç firma dışında denizyoluna ulaşım için de yine karayolu kullanılması gerekiyor. Karayolu taşımacılığının otomotiv lojistiğinde maliyetler nedeniyle çok büyük bir lüks olduğunu unutmayalım.
Almanya’da VW fabrikasında üretilip trene konulan bir otomobil, iki gün sonra bayinin kapısına inebilirken (mübalağa etmiyorum) biz de trafik ve yol şartları nedeniyle ancak iki günde toplanma noktasına ulaşıyor.
Hele ki TIR aracılığıyla yapılan ihracatı saymıyorum bile. Kapıkule’de bir takıldınız mı 3 günde malınız anca Avrupa’ya giriş yapabilir.
Maliyet dezavantajları da cabası. Dolayısıyla otomotivin en önemli sorununa bir an önce el atmak gerekiyor.