Otomotivde iletişimin önemi
Uzun yıllar boyunca otomotiv sektörünü takip ettim. Bu alanda iki kelam edebilecek birikimim bulunuyor.
Tabii ki bu işin profesyonelleri ile aşık atmak, onlara emir kipi ile kurulu cümlelerle akıl vermek gibi bir niyetim de yok, haddime de düşmez.
Lakin son dönemde gözlemlediklerimle bazı ince temenni/ eleştiri yapmayı da borç biliyorum.
En iyi bildiğim yerden iletişim örneğinden yola çıkmak istiyorum.
Tüm dünyada tüm sektörlerde satış ve pazarlama departmanlarının ayrı olmasının bence en önemli nedeni bir tanesinin çok daha somut diğerinin ise soyut kavramlar üzerine bina edilmesidir.
Satış kanadında rakamlar baskındır, pazarlamada ise duygular…
İletişim ise daha çok pazarlama kanalının faaliyet alanına giriyor. İnsanların duygularına hitap ederek onların sizi seçmelerine doğrudan ve/veya dolaylı olarak etkileşim yaratmak.
Uzun yıllardır Türkiye’de otomotiv sektöründe iletişim ki nihai hedefi tüketiciye kendi otomobilin almaya ikna etmektir, iki ana yön üzerinden ilerliyor.
Bir tanesi yönetici merkezli, başarı hikayeleri, diğeri ise teknoloji bazlı model yenilikleri.
Genel anlamda bakıldığında yönetici bazlı hikayelerin sık kullanılması bence aslında “Söyleyecek bir şeyi olmayanların sığındığı bir liman” olmaktan öteye gidemiyor. Bir de yöneticinin self-PR’ı.
Zira, 10 bin satan bir markanın, yeni model, motor seçeneği, fiyat indirimi gibi birçok etkenle bir sonraki yıl 20 bin satmasından bir başarı hikayesi çıkarmak, tüketici nezdinde doğru bir iletişim stratejisi midir? Tartışılır…
Ya da geçen günlerde okuduğum Türkiye’de üretilen bir araç için yapılan, “Falanca modelimiz o kadar başarılı ki tamamını ihraç ediyoruz. İhracat olmasa Türkiye’de çok daha fazla satardık” açıklaması bu modeli yüceltiyor mu? Yoksa arkasındaki bir başarısızlığı örtmek için kullanılan bir perde mi?
Zira, Marmara Bölgesi’nde üretilen bir aracın, İstanbul’da satılması, Fransa’da satılmasından her zaman daha karlıdır. Bu karlılığı değiştiren farklı bazı fiyat politikaları mutlaka vardır, lakin işin özü, DNA’sı böyledir.
Bir yöneticinin, patronu tarafından konulan hedefi tutması, onu aşması ya da başarısız olması tüketici açısından önemli midir? Bence hayır.
Ama, geçmişte Jan Nahum’un yaptığı gibi bir fabrikayı kapanma noktasından Türkiye’nin en önemli üretim üslerinden bir tanesi konumuna getirmek, herkesin ders çıkartacağı bir başarı hikayesidir.
Yıllardır ısrarla vurguladığım bir konu var. Satış artışıyla övünmek, liderlik üstüne iletişim stratejisi kurmak tüketici açısından oldukça geçersiz metotlar konumuna geldi.
İletişimin, daha yavaş olduğu bir dönemde, bu tip bir stratejinin işe yaradığı durumlar mutlaka olmuştur. Ama bugün hiçbir şeyin gizli kalması mümkün gözükmüyor ya da çok nadir oluyor. O yüzden sebeplerin çok hızlı gün yüzüne çıktığı bir ortamda başarı stratejilerinin ve buna bağlı marka iletişiminin daha insan odaklı bir yörüngeye oturtulması çok büyük önem taşıyor.
Konu uzun, önümüzdeki hafta devam ederiz…