Otomotiv üzerinden yatırım şovu
Otomotiv sektörü hiç şüphesiz bence dünyanın en renkli ve cazibeli endüstri dalı. "Dünyayı değiştiren makine" hiç şüphesiz yerküre üzerindeki insanların hemen hepsinin hayatını bir şekilde etkiledi. Bu etkileşim o kadar yüksek ki kitleleri etkilemek isteyenler (ki bunlar ağırlıklı olarak politikacılar oluyor) hep kendilerine otomobili seçiyorlar.
Aslında bu durum bugünün bir gerçeği değil ilk savaş arabasının imalatından bugüne kadar kamuoyunda puan toplamak isteyen kim varsa heybetli bir otomobilin içinde, üstünde poz veriyor, kullanıyor. Ya da bu sektör üzerinden bazı mesajlar veriyor.
Bu sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. ABD'de de böyle, Fransa'da da...
Lakin, bizde son dönemde seçimin de yaklaşmasıyla birlikte otomotiv sektörü üzerinden verilen mesajlarda bir enflasyon yaşanmaya başladı.
"Yerli otomobil üretin" isteğinin yanına bir de yabancılara yapılan çağrılar eklendi. Bu çağrıların en sonuncusu ise Devlet Bakanı Zafer Çağlayan'ın VW'ye yaptığı "Amarok" üretimi çağrısı oldu. Bu çağrının olmayacak duaya amin demek olduğunu hemen herkes biliyor ama konu otomobil olunca nedense popülarite bir anda artıyor.
Zira bu modelin Türkiye'de üretilmesi imkansız. Neden imkansız olduğunu da birkaç rakamla aktarayım. Amarok'un da bulunduğu pick-up pazarının tüm dünyadaki satışları 1 milyon civarında. Bunun yaklaşık yarısı Taylan'da üretiliyor. Ve hemen ekleyelim üretilenlerin yarısı da üretildiği yerde satılıyor. Diğer büyük Pazar ise Amerika Kıtası. Söz konusu araçların geri kalanı ise bu kıtada (Kuzey ve Güney) üretilip, tüketiliyor. Çağlayan'ın "üretin" çağrısı yaptığı Amarok ise Arjantin'de üretiliyor ve geçen yıl 50 bin civarında satıldı. Araç henüz Avrupa'da çok marjinal rakamlara satılıyor. Türkiye'de ise satışına henüz başlanmadı.
Bu veriler ışığında bir otomobilin satılmadığı bir yerde üretilmesi ne kadar mümkün olabilir. Oysa bakanımızın yapması gereken illa otomobil üretimi peşinde koşmak yerine merkezlerin Türkiye'den daha fazla mal almasını sağlamak olmalı.
Konu VW olduğu için oradan devam edelim.
"Gelin Amarok ya da başka birşey üretin" demek yerine, diplomatik bir dille VW'ye aba altından sopayı göstermek gerekiyor;
"Distribütörünüz aracılığıyla sadece geçen yıl 88 bin 245 araç satmışsınız. Distribütörünüz 3.4 milyar lira ciro, 150 milyon lira kar elde etmiş. Bu arada da 1 milyar dolarlık mal almışsınız Türkiye'den. Artık bu açığı kapatma zamanı geldi. Karşılıklı bu iyi ilişkilerin devam edebilmesi için sizden talebimiz, önümüzdeki 10 yıl içinde Türkiye'den yaptığınız ithalatı yüzde 100 artırmanızdır."
Bu söylemin ardında durabilecek bir hükümet emin olun 100 binlik bir fabrikanın sağlayacağı katma değere yakın bir gelir elde edecektir. Ama tabii hemen kabul edelim ki bu işin imaj getirisi, kurdele keserken verilecek pozlar kadar olmayacaktır.
Aslında, Çağlayan'ın hakkını yemek istemiyorum.
Çünkü Hyundai Başkanı'nın açıklamalarına yönelik yaptığı çıkış da bence çok yerindeydi. Bugün piyasaya çıkan bir otomobilin ilk doğuşu neresinden bakarsanız 5-6 yıl öncesine dayanır.
Örneğin, yaklaşık 10 yıldır Türkiye'de üretilen ve satılan Transit Connect'in Romanya'ya taşınması bile 3-4 yıl sürüyor. Dolayısıyla Hyundai'nin Türkiye'ye kısa bir süre sonra üreteceği bir model için söylediği gibi "Ticaret anlaşması olmazsa gelmeyiz ha..." tarzındaki açıklamayı şu şekilde okumalıyız, "Bakın biz üreticiyiz, üretici olarak maliyetimizin az olduğu yeri tercih ederiz. O yüzden bizim maliyetlerimizi düşürün ki biz de gönül rahatlığıyla gelelim."
Aynı konuşmanın görünmeyen mürekkeple yazılmış kısmı ise, "Biz geliyoruz gelmesine de çok pahalısınız. Biraz indirim yapın. Kaç yıllık müşteriniziz" olarak yorumlanabilir.
Burası bir poker masası olsun Hyundai'nin elini okuyalım: "Tüm Avrupa'da 360 bin satış yapılmış. Çek Cumhuriyeti'nde yaklaşık 100 bin üretiyor. Türkiye'de ise kapasite buna yaklaşıyor. Orada yerel pazar 185 bin. Türkiye'de 800 bin. Türkiye'de yıllık satış 50 bin. Türkiye'nin üretimdeki ekstra maliyeti vergi nedeniyle yüzde 15 düzeyinde."
Şimdi böyle bir durumda, yatırımı destekleyecek bir yerli ortağın da olduğunu varsayarsak Kore'lilerin bu poker deyimiyle blöfünü görmek gerekir mi?
Bence hayır.
İşte Zafer Çağlayan da bu blöfe rakamlarla siz kaybedersiniz tarzında bir çıkış yaptı ve bence de yerindeydi. Çünkü ben Türkiye'nin özellikle otomotiv endüstrisinde artık kendini kanıtladığını düşünüyorum.
Bu noktadan sonra ise gerekli yatırım avantajlarının sağlanmasıyla birlikte yatırımcıların bizim peşimizden koşmaları gerektiğini söylüyorum. Dolayısıyla imaj için yapılan açıklamalardan ziyade daha analitik çağrıların ve yol planlarının hazırlanması gerekiyor. Eğer biz otomotiv yatırımlarına yönelik planlarımızı analitik bir yol haritası üzerine oturtabilirsek, kazanan hem Türkiye hem de otomotiv yatırımcıları olacaktır.
O yüzden Perşembe günü açıklanacak otomotiv strateji belgesinin bu çerçevede önemi artıyor.