Otomatik katılım neden patinaj yapıyor?

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU [email protected]

“Normal” ekonomilerde yurtiçi tasarrufu artırmak için yapılabilecek “en iyi, en doğru yapısal reformlar listesi”nin ilk sıralarında gelen “sisteme herkesin otomatik katıldığı ama her katılana sistemden çıkma (cayma) tercihinin verildiği bireysel emeklilik sistemi” reformu Türkiye’de neden patinaj yapıyor?

Haber şöyle: “1 Ocak’ta bin ve daha fazla çalışanı olan işletmelerden başlayan ve 45 yaş altındaki tüm çalışanların otomatik olarak katıldığı bireysel emeklilik sisteminden cayma tercihini seçerek çıkanların oranı 1 Mart itibariyle yüzde 54’e ulaştı”.

Psikoloji ve davranışsal iktisat alanındaki çalışmalar bize kişilerin kendi çıkarlarına uygun davranmayabileceklerini gösteriyor. Bu nedenle özellikle sağlık, eğitim ve emeklilik gibi alanlarda onların çıkarlarına olacak uygulamalarda “yol gösterici düzenlemeler” yapmak gerekebiliyor. “Yol gösterici düzenlemeden” kasıt, mesela, istemiyorlarsa sistemden çıkma hakkını vererek bireysel emeklilik sistemine otomatik katılım getirmek. Zira yine aynı çalışmalar gösteriyor ki, yeni bir düzenlemede iki seçenek varsa ve bunlardan birini otomatik olarak seçilmiş kabul edip diğerini isteğe bağlı olarak seçme hakkı veriyorsanız, otomatik tercih genellikle değiştirilmiyor. İnsanların emeklilikleri için bir tarafa üç beş kuruş ayırmalarının çıkarlarına olacağı kabulünden hareket edilerek, bazı ülkeler bu tür otomatik katılımın olduğu ama çıkma hakkının da verildiği düzenlemeler yaptılar.

İşte bu bulgu çerçevesinde bakıldığında, Türkiye önemli bir yapısal reform gerçekleştirdi. Ama “doğru” yapısal reformu yapmak yetmiyor. Yetmediği yukarıda özetlediğim haberden açık: İki ayda sisteme katılanların yarısından biraz fazlası sistemden çıkmış. Bu sonuç benim için sürpriz değil. Bakın, 22 Haziran 2016’da o zaman henüz yasalaşmayan otomatik katılımlı bireysel emeklilik yasa tasarısı için bu köşede ne uyarı yapmışım:

“…reforma haklı olarak direnç oluşturacak önemli bir sorunun çözülmesi gerekiyor. Toplanan fonların çarçur edilmemesi mutlaka güvence altına alınmalı. Sonra da çalışanların böyle bir güvence olduğuna ikna edilmeleri gerekiyor. Farklı bir ifadeyle, belirgin kurallar olmalı ve bu kurallara uyulacağına çalışanlar ikna olmalı. Çünkü 1960’lardan bu yana öyle uygulamalar var ki o uygulamalar toplumun hafızasına kazınmış; kuşaktan kuşağa aktarılmış. Kısacası, “kural hâkimiyeti” yoksa ya da azsa tüm toplumun yararına olabilecek bu tür reformlara güven çok azalıyor; direnç oluşuyor.”

O zaman henüz “Varlık Fonu” meselesi ortada yoktu. Doğru ya da yanlış, dedikodu ya da değil; işsizlik fonu ve benzerlerinde toplanan fonların Fon’a devredilebilecekleri haberleri de yoktu. Yine de eski tecrübeler, “normal” bir ülkede başarılı olacak böyle bir reformun Türkiye’de sorunlarla karşılaşabileceğine işaret ediyordu. Zira, oyunun kurallarının sık sık değiştirilebildiği bir ülkede, uygulanacağı açıklanan bir kurala güvenip yola koyulanlar, sütten ağızları çok yandığı için yoğurdu üfleyerek yemek alışkanlığı geliştirmişlerdi.

Türkiye Varlık Fonu kurulmasına dair yasa tasarısının gerekçesi “Başlangıçta kamu kaynakları ve çeşitli fonlardan aktarmalarla oluşturulan Türkiye Varlık Fonu kaynakları” diyor ve birkaç cümle sonra “…söz konusu fonlar ile kalkınmanın lokomotifi olan reel sektör yatırımlarına… uzun vadeli kaynak sağlanması…” diye devam ediyor. Muhtemelen otomatik katılımlı bireysel emeklilik sistemindeki fonların (kamu desteği kısmının) Türkiye Varlık Fonu’na aktarılması düşünülmüyor bile. Ama sonuç fark etmiyor; o çok bildik klişede olduğu gibi “güven kaybı kolay, yeniden güven tesis etmek zor”. Sıkça “ne tür bir yapısal reform öneriyorsunuz” diye soruluyor. Öyle görünüyor ki aslında en önemli yapısal reform öncelikle “kural hakimiyetinin sağlanması” olacak.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Havuz problemi 01 Ağustos 2018
Elbette zor ama mümkün 20 Haziran 2018
Bazı basit gerçekler 06 Haziran 2018