Otobüsler yeni model ama sürücüleri...
“O bileti o kutuya at”
Yıl 1985, aylardan nisandı. On bir yıl Amerika sonrası Türkiye’deki ikinci günümdü. Bakırköy’den Taksim’e gidecektim. Bizimkilere sordum: “Taksim- Ataköy otobüsü çalışıyor değil mi?.”
Babam “Çalışıyor çalışmasına ama, artık otobüslerde biletçi yok. Önceden bilet alıp biniyorsun. Bir de tabi, arka kapıdan değil, ön kapıdan biniyorsun” dedi ve bana bilet verdi. Ben de bileti alıp evden çıktım. Mutlu bir biçimde otobüs durağına doğru harekete geçtim.
Dudağımda “Bir başkadır benim memleketim” şarkısı, güzel ülkemin güzel güllerine, yeşeren güzel ağaçlarına baka baka durağa geldim. Fazla beklemedim. Baktım, Taksim otobüsü ufukta göründü. Her ihtimale karşı elimi kaldırdım. Otobüs önümde durdu. Ön kapıdan neşe içinde bindim otobüse. Sürücü mahallinde bir kutu vardı. Yıllardan sonra “Good morning” yerine, güzel bir “Günaydın” diyecektim. Güzel ülkemin, güzel sürücüsüne, yine güzel bir biçimde, enerji dolu bir sesle “Günaydın” dedim. “Good morning” yerine ilk “Günaydın”ımı bekliyordum. Sürücü “Tövbe estağfurullah” der gibi yüzüme baktı ve “O bileti o kutuya at” dedi. “Good morning desem ne derdi acaba?” diye düşüne düşüne arkaya doğru ilerlemiştim.
“Tabelaya baksaydın orada yazıyor”
Yıl 2016, aylardan kasım. Çağlayan’a, ameliyat olduğum hastaneye gidip, doktoruma reçete yazdıracaktım. Trafik yoğunluğu ve park yeri bulma zorluğunu düşününce arabayla gitmeme kararı aldım.
Arabamı üniversitede park edip, metro ile Şişli’ye gittim. Otobüs durağında ilk gelen otobüste “Hürriyet Tepesi” ibaresini görünce bir ön sezgi ile otobüse atladım. Ancak yanlış yere gitmeyim diye sürücüye sorayım dedim. Gideceğim hastanenin adını söyleyip “Geçer mi?” dedim. Sürücü hiç cevap vermedi. Yüzünde hiç bir ifade yoktu. Hani Orhan Veli’nin “Cımbızlı şiiri” vardır. “Bir elinde cımbız bir elinde ayna; umurunda mı dünya?” der. Sürücü de “Kulağımda kulaklık, telefonda kulaklığın ucu; umurumda mı yolcu” modunda idi. Yanlış otobüse binmeyeyim diye bir daha sorayım dedim. Çünkü hastaneye gidiyordum, doktoru kaçırmadan reçetemi yazdırmalıydım. “Florence Nightingale Hastanesi’nden geçer mi?” dedim.
Sürücü dile geldi ve “Tabelaya baksaydın, orada yazıyor” diye beni azarladı. Sonra yüzünü telefonunun ekranına döndürdü. Ben de “Demek söylemiyorsunuz. Sizi tebrik ederim” deyip, arkaya doğru ilerledim. Bir yolcu “Amca merak etme, ben o durak gelince size söylerim” dedi. Gerçekten de beni indirdiği duraktan 50 metre yürüyünce hastane göründü.
Reçete işimi çözüp üniversiteye dönerken yolda düşünüp durdum. Sürücünün neden bana cevap vermediğini çözmeye çalıştım. Acaba izlediği program çok heyecanlıydı da, soruma cevap vermesi ile konsantrasyonu mu bozulmuştu? Acaba kıyafetime mi takmıştı? Bir keresinde bir sürücü bana bakıp bakıp sormuştu “Bu papyon falan ne ayak? Ne iş yapıyorsun Abi?” demişti. Ama bu kez papyonum da yoktu, spor giyinmiştim. Acaba gittiğim yeri mi sevmiyordu? “Biz bu trafikte direksiyon sallayalım; adam geziyor” diye mi düşünmüştü? Ama gittiğim yer bir eğlence yeri değildi, alt tarafı bir hastane idi. Acaba beni doktor mu sanmıştı? Belki de bir doktor da onun “Bu ilacı mı alayım?” sorusuna cevap vermemişti. Şimdi karşısına bir doktor çıkınca intikam alıyordu. Yoksa, otobüse binerken ehliyetini alıp, insanlığını evde mi bırakmıştı?
Bir yorum
Size iki otobüs maceramı anlattım.
İki olay arasında 31 yıldan fazla zaman geçmiş. Bu süre zarfında otobüslerde bilet kalkmış, biletlerin konacağı kutular kalkmış, yerine dijital kartlar ve donanım gelmişti. Otobüsler daha konforlu olmuş, modelleri değişmişti. Ama bu süre içinde ne yazık ki, sürücülerin modeli aynı kalmış, hatta geriye gitmişti.
Ne dersiniz, insan kalitemiz hangi yönde gelişiyor?