OTİAD üyelerinin ”rekabette şans eşitliği”

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Osmanbey Tekstilci İşadamları Derneği yöneticilerinin ve üyelerinin "kimliklerini" tanımlarken kullandıkları "zihni model varsayımlarını" daha önceki yazılarda sıraladım. Söz konusu varsayımların, dünya genelindeki eğilimler bağlamında "sorgulanması" gerektiğine işaret ettim. Bir başka konuya daha değindim: Osmanbey'de bir "yığılma" mı söz konusu; yoksa rekabet gücü yaratan "kümelenme" mi var?

Sıra OTİAD üyelerinin kamu yönetimden "beklentilerine" geldi.

Toplantıda edindiğim izlenime göre OTİAD üyelerinin kamu yönetiminden beklentilerini şöyle sıralayabiliriz:

· Ucuz emeğe dayalı işler Çin ve Bangladeş vb. ülkelere kayıyor; kota ve kontroller yılbaşından sonra kalkınca, söz konusu rekabet alanında daha hızlı gelişmeler olacak.

· İç pazarda Çin'in payı giderek artıyor; Çin'den mal girişimde "karşılıklılık" ilkesi uygulanmıyor. Çin'in üreticiye sağladığı "destekler" ülkemizde yok. Bu konuda "damping mekanizmasını" işleterek önlem alınamıyor.

· OTİAD üyeleri tasarımlı mallara kayarak rekabet avantajını korumaya çalışıyor. Bu avantajın sürdürülebilmesi için rekabette "eşdeğerlilik ilkesinin" uygulanması ve "şans eşitliğinin" korunması gerekiyor.

· Osmanbey'in İtalya ya da başka Batı ülkesi gibi eğitimli işgücüyle, pahalı ihraç ürünlerine geçiş yapabilmesi için ekonominin aktörleri arasında koordinasyon ve işbirliğine dayalı plana ihtiyaç var.

· Banka sisteminin yaklaşımı ve ülkemizdeki "kredi maliyetleri" rekabet için bir avantaj yaratmadığı gibi, tam tersine dezavantaj yaratıyor. Ülke koşullarının yarattığı bu "ek maliyet" karşılanarak, " rekabette şans eşitliği" yaratan, serbest ve adil pazar koşullarında üretim yapılmasını sağlayan önlemler alınmıyor.

· Ülkemizde "enerji maliyetinden" "vergi sistemine", "SSK prim yükümlülüğünden" izinlerdeki "bürokratik işlemlere" kadar "girdi maliyetleri" üzerine "ek yük getiren" kamunun "idari kararları" da " rekabette şans eşitliği dengesini" bozuyor; "fiyat-maliyet dengesi" aleyhte işletiyor.

· Fuarlar ve diğer ülke ölçeğindeki "tanıtım-tutundurma" etkinlikleri, belli bir felsefeye dayalı "stratejik üstünlük" sağlayacak bir "ana politika" çerçevesinde, "kolaylaştırıcı" bir algılama ile yürütülmüyor.

· Üretim maliyetleri içinde giderek önemi artan "lojistik" daha geniş anlatımla "tedarik zinciri yönetiminde" Osmanbey işyerlerinin herhangi bir avantaj sağlanmıyor.

OTİAD yönetici ve üyelerinin serbest ve adil piyasa koşullarında "rekabet üstünlüğü" yaratmada "kolektif gücün" yapması gerekenler burada yazılanlarla sınırlı değil. Anlaşılıyor ki, ekonominin aktörlerinin bir araya gelmesi ve işleri ciddi bir koordinasyonla yönetmesi gerekli.

Ölçek sorunu

Osmanbey'de sorgulanması gereken konulardan bir diğeri de, avantajları sıralanan "küçük ölçekli", "sahip-yönetici ağırlıklı" işyerlerinin "dezavantajları". Her kriz ,aynı zamanda "kritik eşiktir." Doğa kritik eşikte durmayı sevmez. Krizi ve kriz sonrasını yönetmek önemlidir.

Kriz sonrası işyerleri üç ayrı gelişmeye tanıklık edecek: Birincisi, "rekabet edebilir ekonomik değer üretmeyenlerin elenmesi." İkincisi, potansiyeli olanların organik büyüme, işbirlikleri ve ortaklıklarla rekabet edebilir ölçek yaratılması. Üçüncüsü de "yeni iş alanları" yaratılması. Bu üç alanda Osmanbey işyerleri ayrıntılı olarak düşünmelidir. Unutmayalım ki, küçük ya da büyük "müteffekkiri olmayan işyerleri" uzun soluklu gelişmenin içinde yer alamıyor.

Mobilyadan kalıp sanayine, otomotiv yan sanayinden makine üretimine bütün sektörlerde "piyasa yapıcısı kuruluşlar etrafında örgütlenme süreci" hızlanıyor. Bu konunun Osmanbey için ne denli önemli olduğu alabildiğine ayrıntılarla tartışılmalıdır. Bu da başkalarının değil, oradaki işyeri sahip-yöneticilerinin sorumluluğudur.

Hiç unutmayalım ki, işyerleri kendilerini "en iyi dönemde" zannettikleri zaman "sessiz ölüme" götüren hastalıklara yakalanır. Bu hastalığa yakalanmamak için "zihni modelimizin varsayımlarını" sürekli sorgulamalıyız.

Unutmayalım ki, "Eli boş dönülmeyen tek yolculuk, kendi içimize yaptığımız yolculuktur." O zaman, başkalarından bekleme hakkını kullanalım; ama önce kendimizi sorgulayalım. Ve Karacaoğlan'ın şu sözünü akıldan hiç çıkarmayalım: "Cehennem yerinde hiç ateş yoktur/Gidenler ateşini kendi götürür." Kriz bir ateşse, ne kadarını kendimiz taşıdığımızı sıkı bir biçimde düşünelim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar