Ötekileştirme “in”, empati “out”...
Son dönemde iktidardaki de muhalefetteki de hemen bütün siyasetçilerin söylemlerinde bir ötekileştirme, birilerini olumsuzlama öne çıkıyor. Bunu hem siyasilerin birbirlerine karşı söylemlerinde görüyoruz hem de aynı şekilde özellikle iktidar sözcülerinin yabancılarla ilgili söylemlerinde yine bir olumsuzluk ve ötekileştirme söz konusu oluyor. Siyasal söylemde topyekun bir ötekileştermenin “inn”, empatinin “out” olduğuna tanık oluyoruz.
Böyle bir siyasal söylem bir yandan “yaratıcılığa”, “ortak aklı geliştirmeye” destek vermiyor. Bir yandan da piyasalarda “güvensizliğe” yol açıyor. Bunun sonucunda makro ekonomik verilerdeki düzenlemeler "yatırım ikliminin” aynı oranda iyileşmesi sonucuna neden olmuyor. Yatırımlar yeterince artmadığı için üretim artışının ve ihracatın büyümeye katkısı düşük kalırken, büyümede önemli paya özel ve kamu tüketimi sahip oluyor. Bu da yüzde 5’lere yaklaşan büyümenin kalite açısından tartışılmasına yol açıyor.
Siyasiler iç politikada terör olaylarını değerlendirme konusundan, Anayasa ve Başkanlık sistem tartışmalarına, tarım ve turizm alanında yaşanan olumsuzluklara kadar hemen her alanda siyasi partilerin açıklamalarında çözüme destek verecek öneriler, diyalog arayışlarından çok, rakip siyasileri ötekileştireren, onların söylemlerini yeren bir söylemle karşılaşıyoruz.
İç politikada siyasilerin diyalog ve empati yerine ötekileştirme ağırlıklı bir söylem söz konusu olduğu gibi son dönemde dış politikayla ilgili olaylarda söylem yine, empatiden, diyalog arayışından çok ötekileştirme üzerine. Suriye için de İsrail, Rusya, Almanya, İngiltere, AB ve ABD ile son dönemde yaşanan olaylardaki siyasal söylem de yine ötekileştirme ağırlıklı ve suçlayıcı...
O ülkelerden bize dönük söylemlerin her zaman gerçekçilik taşımadığına tanık oluyoruz. Ama verilen yanıtlar doğruyu bulmaya, işe yarayıcı, çözüm getirici diyalog sağlayıcı olmayıp da ötekileştirici ve suçlayıcı olunca, diyalog imkanı ortadan kalkıyor. İlişkilerde kesintiler söz konusu oluyor. Buna bağlı olarak ihracatta ve turizmde kayıplara uğradığımız sonuçlar ortaya çıkıyor. Sonra yeniden bu ilişkilerin düzeltilmesi için arayışlara giriyoruz...
Bunun son örneklerini İsrail ve Rusya ile ilişkilerimizde yaşadık. Siyasilerimizin sert söylemleri sonucu belli olumsuzluklar yaşadıktan sonra, şimdi çeşitli fırsatları ele alarak ilişkileri düzelme yolunda adımlar atıyoruz.
Bu iktidar ve muhalefetten siyasilerin ”iç ve dış politikada ötekileştirici” söylemleri iş dünyasında tedirginlik ve güvensizliğe neden olmasının yanında, zararlarına da yol açıyor...
Bu konuda sohbet ederken dün bir işadamı dostum, “Biz bir şey söylemeden önce boğazın dokuz boğum olduğunu düşünüp, bir sözü söylemeden onun verebileceği zararı düşünerek, bir kez daha düşünmek zorunda olduğumuzu bilir, karşıdakine empati duyarak davranmaya çalışırız. Siyasilerden de böyle davranmalarını beklerim. Ama ne yazık ki böyle davranmıyorlar. Önce ağızlarına geleni söyleyip karşılarındakini ötekileştiriyorlar. Yaşanan olumsuzluklar sonrası zararı azaltmak için yeni arayışlara giriyorlar. Son olarak, Rusya uçağının düşürülmesi sonrası, basit bir özürle çözebilecekleri sorunu, kızgın demeçlerle tırmandırdılar. Hem sebze meyve ihracatımızın kesilmesiyle tarımda büyük zarar gördük hem turizmimiz büyük zarara uğradı hem de Rusya’da iş yapan işadamlarımız zorluklar yaşadı. Siyasilerin kızıp hemen sert demeçler vermek yerine, ‘İnsanlar konuşa konuşa’ söylemini unutmadan, konuşarak anlaşmayı denemelidir. Bazen özür dilemenin en doğru davranış olduğu unutulmamalıdır. Siyasiler bu sert söylemlerinin en çok bize, iş dünyasına zarar verdiğini unutmamalıdır” diye bir değerlendirme yaptı.
Doğru söze ne denir...