Ortak gündeme yakınsamak ve eğitim

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

Çocukluğumdan beri hep meraklı ve öğrenmeye istekli olmuşumdur. Ne var ki sevgili ülkemizde bu merakları giderecek cevapları bulmak çoğu kez epeyi zaman alıyor; hatta bazen hiç mümkün de olmayabiliyor. Geçen hafta bu meraklarımdan birine  kısmen de olsa bir cevap aldığım için sevindim. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, DÜNYA'nın düzenlediği ihracatçıları ödüllendirme toplantısında, Başbakan'ın açıkladığı 25 dönüşüm programının dışında iki önemli program daha hazırladıklarını, bunların "hukuk sistemi reformu" ve "eğitim reformu" olduğunu söylemiş. 

Birincisi zaten sürekli gündemde ve uygulamalar umutları oldukça azalttı zaten, ama ikincisine dair  uzun zamandır dişe gelir bir şey duymuyorduk. Sayın Babacan bu programın ilk ve lise öğretimi ile üniversite olmak üzere iki bacağı bulunduğunu, başta öğretmen stratejisi olmak üzere yapılacak çok iş olduğunu ama siyasi ve ideolojik tartışmaların kurbanı olması diye şimdi açıklamadıklarını, seçim sonrası sakin bir ortamda kamuoyu ile paylaşacaklarını belirtmiş.

Pek çok hayati ve kronik sorunumuzun aşılması için anahtar niteliğinde olan eğitim sorunumuzun tümüyle yok sayılmadığını öğrenmekten mutlu oldum ama, çocuklarının eğitimi için her türlü fedakarlığa katlanan ebeveynler dahil kamuoyunun hiçbir kesiminden eğitimin kalitesine ilişkin bir şikayet yükseldiğini duymadığımı da üzülerek hatırlamaktan kendimi alamadım.

Gecikme, imajı da bozuyor

Sanıyorum bir önceki hafta sonunda okumuştum, ünlü yazar ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun uzun yıllar boyunca Türkiye'de yaşamış olan Kanadalı gelini Hughette ile uzun bir röportaj yapmışlar. Söyledikleri arasında iki şey ilgimi çekti: İlki, Türklerin her şeye geç kaldığı yolundaki tespiti. İkincisi de "Türkiye'nin dünyanın en az tanınan ülkesi olduğu" yargısı. İlkine ben yıllardır bir dizi alandaki gecikmelerimizi yazıp durduğum için, ikincisine  de otuz kırk yıldır yaptığım sayısız yurtdışı seyahati ve yabancı iş çevreleri ile yakın temaslarım nedeniyle tamamen katılıyorum. Pek değindiğim bir konu olmadığı için ikincisiyle başlayayım. Bizim genellikle ülkemizi dünyanın merkezi sanmak, başka yerlerde olup bitenlerle ilgilenmemek, ama nedense herkesin bizimle ilgilendiğini, ayağımızı kaydırmakla uğraştığını sanmak gibi bir toplumsal alışkanlığımız var. Bizden ileride olan ülkelerdeki başarı örneklerini tekrarlamayı ya da evrensel standartlara ulaşmayı dert edinmediğimiz gibi, arada bir kendi çabalarıyla sivrilen kişileri de rol modeli olarak parlatmaya yanaşmıyor, aksine vasatlığa saplanan çıtamızı oynatmadan sadece dış dünyadaki tüketim alışkanlıklarına öykünüyoruz. Bu nedenle üzülerek gözlediğimiz bir şey, yurtdışında Türkiye denince insanların aklına fazla bir şey gelmemesi değil mi? Nitekİm İstanbul'a ilk gelen yabancıların şaşırmalarının ve pek sevindiğimiz abartılı övgüler sıramalalarının ardında da dışardaki imajımızın zayıflığından dolayı beklentilerinin düşük olması yatıyor.

Yüzyılı aşkın tarihi bulunan gecikmelerimiz ise neredeyse genetik dokumuza işlemiş hissini uyandırıyor. Defalarca örneklerini vermiş olduğum kaçan trenlerin detaylarını yinelemeye gerek yok. Ama ekonomik alanda düzenli aralıklarla girdiğimiz krizler, bana kalırsa, yol ayrımlarında hep kolay ve daha az külfetli olanı seçmemizden kaynaklanıyor. Borçlanma ve tüketim üzerine kurulu bir model, tıpkı aile konomisinde olduğu gibi makro ölçekte de kolay, afilli ve cazip görünür ama sonu yoktur. Biz ise duvara dayanmadıkça bunu anlamak istemiyor, sonunda düştüğümüz krizlerden kurtulmakla övünüyoruz. Üstelik bu kurtuluşları kutlama dönemlerimiz uzun sürüyor ve yeni yanlışları yapmaya koyularak yeni krizlere kapı aralıyoruz. Temeldeki dinamikleri değiştirmeye yanaşmadığımız için uzun soluklu iyileşmeler yaratması imkansız para politikası ya da büyük oyuncu olmadığımız için belirleyici olamıyacağımız finans mühendisliği denemelerinde vaktimizi ve enerjimizi tüketiyoruz.

B-20'den çağrışımlar

Geçen hafta katıldığım B-20 İş Liderleri Forumu'nda konuşulanlar da bizim gündemimizle dünyanın gündemi arasındaki asimetriyi yansıtması açısından ilginçti. Dönem başkanlığının verdiği fırsatın, yani evrensel gündemin bir yıllık koordinasyonunu üstlenmenin, politikacıların ve iş dünyasının bu asimetri konusundaki farkındalığını arttırması kuşkusuz kendi başına bir kazanç ama asıl yarar sağlayacağımız tarafı, yarıda bıraktığımız reformları tamamlayıp kendi gündemimizi de bu ortak gündeme yaklaştırdığımız ölçüde somutlaşacak. Bu arada B-20 grubunda kalıcı olmayı da bizatihi bir hedef haline getirmek yerinde olacak. Malum nüfusumuz tek başına grupta kalmayı garanti edecek kadar büyük değil; bunun için kişi başına geliri, dolayısıyla katma değeri ve faktör verimliliğini, bunlar için de insan kaynağı kalitesini arttırmak zorundayız. Eğitim sistemi bu yönden de kritik.

Öte yandan son yıllarda niyetlensek de kopamadığımız ulufe usulü herkese teşvik düzenimiz, kendi başına orta gelir tuzağı işareti, çünkü kimsenin fazla katma değer üretemediğinin zımnen kabulü. Dünyadaki başarı hikayelerinin ortak özelliği sınırlı sayıda öncelikli alan tespit edip stratejileri ve destekleri bu alanlarda yoğunlaştırmak iken biz elimizdeki kaynakları geleneksel devlet baba tavrıyla herkese üleştirerek çözüm getirmeyen mevcut ekosistemi yaşatmaya çalışıyoruz. Konuşmayı pek sevdiğimiz KOBİ sorununu da alacak sigortası gibi teknik ya da yönetişim ve saydamlık gibi etik çözümleri de irdelemeden sadece finans erişimini arttırmak diye yüzeysel düzeyde ele alıyoruz.

Bir de şu var: Teknoloji, eğitim ve bilim üretimi gibi kent kültürünün ürünleri olan konularda yaya kalmışlığımız, büyümenin tılsımı olan kentleşmeyi de tamamlayamamızdan kaynaklanıyor. Çünkü nüfusun yer değiştirmesi yetmiyor, donanım ve zihni kapasite anlamında da kentlileşmek gerekiyor.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019