Orta vadeli temenniler
Geçmişte yaşanan pek çok ekonomik kriz gibi yaşadığımız son ekonomik kriz de görünürde bir “siyasi” nedenle patladı. Hatırlarsınız 2001 krizi de dönemin Cumhurbaşkanı'nın, dönemin Başbakanı'na Anayasa kitapçığı fırlatmasıyla patlamıştı. Siyasi gerekçelerle başlayan krizler ülkeyi yönetenlere genellikle ekonomi alanında yapılan hataları gizleyecek kullanışlı bir araç sunar. Ama herkes biliyor ki 2001 krizi bir kitabın havada uçmasıyla değil, ekonomide biriken yapısal sorunlar sonucu başladı ve başlangıç noktası tamamen bir tesadüftü. Yani o gün başlamasa, iki gün sonra belki birinin kapıyı hızlı çarpmasıyla patlak verecekti. Ama sonunda mutlaka olacaktı. Yaşamaya henüz başladığımız 2018 krizinin de başlangıç noktası, ABD ile aramızda ortaya çıkan sorunlar gibi görünse de; zaten uzun süredir gelmekte olan, işaretleri beliren, yaşayacağımız, yaşamak zorunda olduğumuz bir ekonomik krizin içindeyiz.
Dövizin, yani yabancı paraların artışı, krizin hissettiğimiz ilk işareti oldu. Ardından hararetli bir faiz tartışması izledik ve en sonunda, oldukça geç bir noktada utangaç bir tavırla da olsa faizlerin artırıldığına şahit olduk. Konkordato, iflas, işsizlik, tasarruf bu aralar en fazla kullanılan kavramlar.
Ve elbette 2018 krizinden çıkışın sihirli anahtarı “Yapısal reformlar…”
Yapısal reformlar için de heyecanla Orta Vadeli Program (OVP) bekleniyor. Bazı yorumcular, faiz artışının piyasada beklenen etkiyi yarattığını, OVP'nin de vereceği güvenle krizin kontrol altın alınmaya başlayacağını söylüyorlar.
Lakin o işler böyle söylendiği kadar da kolay değil. Ekonomide güven elbette önemli ama güvenin arkasında doğru işleyen bir sistem olması gerekiyor.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Merkez Bankası’nı eleştirirken “Ben Merkez Bankası’nın enflasyon hedefini tutturduğunu şimdiye kadar görmedim” demişti.
Cumhurbaşkanı’nın sözlerinde epey haklılık payı var. Doğrusunu isterseniz ben de aynı şekilde OVP hedeflerinin tutturulduğuna şimdiye kadar şahit olmadım. Bu nedenle OVP beklentisinin –ki bu yazıya program açıklanmadan başladım, açıklanırken bitirdim ama siz programı gördükten sonra okuyacaksınız- daha doğrusu orta vadeli programa olduğundan çok daha büyük bir önem atfetmenin yersiz olduğunu düşünüyorum.
Çok geriye gitmeye gerek yok. 2017-2019 OVP’sinde yüzde 6.5 öngörülen 2017 enflasyonunun yüzde 11.9 olarak gerçekleştiğini, 2018-2020 OVP’sinde ise yüzde 7 olarak öngörülen 2018 enflasyonunun yüzde 20’nin üzerinde çıkacağını hatırlarsak, bu programlara yönelik neden temkinli olmamız gerektiğini de daha iyi anlayabiliriz. Zira verdiğim birinci örnekteki sapma iki kata, ikinci örnekte yani 2018’de üç kata ulaşıyor.
2018-2020 OVP’sinde yer alan “İşgücünün beceri ve üretkenliğinin artırılması” veya “Yeniliğe dayalı yüksek katma değerli üretim ve ihracatın artırılması” türü hedeflerin hemen her orta vadeli programda yer alması, “Kamuda kurumsal kapasitenin güçlendirilmesine yönelik yapısal reform” vurgularının tekrarlanması ve yıllardır bu yönde bir adım atılmaması da ne yazık ki ülkemizin bir gerçekliği olarak ortada duruyor.
Daha önceki yazılarımda birkaç kez değindiğim Ar-Ge harcamalarının GSMH’ye oranının yükseltilmesi veya iç tasarrufların GSMH’ye oranının artırılması gibi hedefler de uzun yıllar boyunca pek çok OVP’nin sayfaları arasında birer “Orta vadeli temenni” olarak kaldı.
Peki şimdi ne değişti de bu OVP’nin Türkiye’yi yerinden sıçratacağı, bozulan makro dengeleri yerine oturtacağı, kurları istikrara kavuşturacağı beklentisi içine girdik? Bence hiçbir şey değişmedi. Yalnızca öyle olmasını temenni ediyoruz ama temenni ederek hedefler tutturulamıyor.
Üç yıllık veya beş yıllık herhangi bir programın Türkiye’nin 30-40 yılda uyguladığı, son 15 yılda daha da ivmelendirdiği ekonomi politikalarının sonuçlarını geriye çevireceğini düşünmek için geçerli bir nedenimiz aslında yok. Zira bugün yaşadığımız sonuçları, birkaç aylık çalışmayla hazırlanmış bir programla üç yılda ortadan kaldırmak ya da Türkiye büyüklüğündeki bir ekonominin bu kadar kısa süre içinde yön değiştirmesini beklemek doğru ve gerçekçi değil.
Türkiye’nin ithal girdiye dayalı üretim yapısını yerlileştirmek, katma değerli ürün üretip ihraç etmek gibi işler öyle hemen yarın olmaz, olamaz. Örneğin SEKA fabrikalarını veya şeker fabrikalarını bir günde kapatıp satabilirsiniz ama aynı tesisleri fizibilite aşamasından başlayıp kurmanız ve üretime geçirmeniz en az iki üç yılınızı alır. İşin maliyet kısmına hiç girmiyorum bile…
Benzer şekilde ülkede yarattığınız katma değeri yükseltmek için Ar-Ge harcamalarını artırmanız, ortaya çıkardığınız yenilikleri ihraç edebilir ürünler haline getirmeniz on yıl veya daha fazla sürebilir. O da ülke için doğru alanları seçmeniz durumunda…
Lafı çok uzatmayayım. OVP’yi inceleyen herkes bir fikir sahibi olmuştur zaten. Söylemek istediğim, bir daha şimdikine benzer bir kriz yaşamak istemiyorsak öncelikle gerçekçi sonra da kararlı olmalıyız. Çok çalışmalıyız ama hemen yarın her şeyin değişmesini de beklememeliyiz. Ancak bu şekilde orta vadeli hedefleri orta vadeli temenniler olmaktan çıkartabiliriz.