Orta vadeli planlar kalkınma planlarına dönüşüyor…
Bu yazının yayımlandığı bugünü izleyen dördüncü gün, yani 1 Kasım Pazar günü genel seçimler yapılacak ve aynı günün akşamı da sonuçlar alınacak. Hemen tüm kamuoyu araştırmalarına ve teknik/siyasi analizlere göre sonuçlar çok da değişmeyecek.
O zaman şu konuşulacak… Bu seçimler sonuçları değiştirmeyecekti ise, niçin yeniden bir seçim yapıldı ve koca bir 6 ay kaybedildi?... Ya da sonuçlar çok fazla değişmeyeceğine göre, bu koşullarda önümüzde hangi senaryolar olacak? Bu soru ile ilgili olarak da ağırlıklı iki senaryo gündemde.
Birincisi, hiçbir siyasi partinin çoğunluğu alamayacağı durumda iki veya daha fazla partinin bir araya gelerek koalisyon yapması. İkincisi de 6 sonra yeniden sandık kurarak seçimlerin yenilenmesi. Neyse artık birkaç gün sonra her şey belli olacak, her şey gün gibi ortaya çıkacak.
Biz bu ihtimalleri bırakalım da bir önemli konuya göz atalım.
Ülkenin önünü göremediği şu günlerde ekonominin yol haritası veya pusulası niteliğinde olan orta vadeli planlar konusuna bir bakalım. Bilindiği üzere orta vadeli plan, Türkiye’nin 2001 krizi sonrası geliştirdiği bir yapı. Mali disiplin adına çağdaş bir uygulama olarak 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu çıkarıldı ve bu çerçevede orta vadeli planlar ile buna koşut orta vadeli mali planlar geliştirildi.
Şöyle ki; bir yılın bütçesi yapılırken aynı zamanda o yıl ile birlikte gelecek 3 yılın da orta vadeli planları yapıldı. Bu planlara uygun mali planlar hazırlandı. Ekonomide istikrar ve önünü görme adına bu uygulamaya geçildi.
Ancak; son yıllarda bu orta vadeli planlara bakıldığında bir değişimin veya dönüşümün olmadığını görüyoruz. Ortaya çıkan sonuçlardan bunu izleyebiliyoruz. Oysa makroekonomik göstergeler açısından bunun ne kadar önemli olduğunu biliyoruz.
Düşünebiliyor musunuz bir merkezi yönetim bütçesi yaparken onunla aynı anda orta vadeli plan çıkarıyorsunuz. Planda;
GSMH, kişi başına milli gelir,
-Enflasyon,
-İşsizlik,
-Dış ticaret dengesi, ihracat, ithalat,
-Cari açık tutarı ve GSMH’ya oranı,
-Bütçe açığı ve GSMH’ya oranı,
gibi büyüklükleri gelecek üç yıl için tahmin ediyorsunuz. İstikrar için tüm ekonomik kararların bu çerçevede alınmasını veya
şekillendirilmesini amaçlıyorsunuz.
Fakat ortaya çıkan sonuçların tutmadığını görüyorsunuz. Daha da kötüsü, herhangi bir gerekçesi veya plansal çerçevesi olmadan her planda önceliklerin farklı olduğunu görüyorsunuz.
Önceki yıllarda da çok farklı olmamakla birlikte son 2014, 2015 ve 2016 yılları bütçelerinden ve beraberinde yayımlanan orta vadeli planlardan bunu anlıyoruz.
Orta vadeli planlarda öngörülen makro büyüklüklerin hemen hepsinin şaştığını ve farklı sonuçların ortaya çıktığını izliyoruz. Yani yukarıda sıraladığımız makroekonomik büyüklüklerin hiçbirini tutturamıyoruz.
Tabi öngörülen rakamlara ulaşabilmek için tedbirler öngörülüyor ve sıralanıyor. Her planda da bu tedbirlerin sayısı 170’in altına da inmiyor. Ama sonuç alınamıyor.
Aslında bu sonuçların ortaya çıkmasında veya daha doğrusu hedeflerin tutturulamamasında en önemli kalem yurt içi özel tasarruflar konusu. Malum, bir ülkenin kalkınması kaynak gerektirir; kaynakların başında da öz kaynak veya tasarruflar gelir. Kamu kesiminin hizmet kalitesi açısından daha fazla tasarruf yapması zor olduğuna göre özel tasarruflar önemli hale geliyor. Ciddi bir büyüme için tasarrufların GSMH’ya oranı en az yüzde 25’lerden başlayıp yüzde 35-40’lara kadar ulaşması gerekiyor.
Oysa bizde durum çok vahim. İşte size son 3 yılın orta vadeli planlarına göre tasarruf oranlarımız...
-2012 yılında gerçekleşen tasarruf oranı yüzde 11.6
-2013 yılı için öngörülen tasarruf oranı yüzde 9.7 ve gerçekleşme yüzde 9.9
-2014 yılı için öngörülen tasarruf oranı yüzde 11.7 ve gerçekleşen tasarruf oranı yüzde 11.9
-2015 yılı için tahmin yüzde 10.6
Türkiye’nin planlı döneme başladığı 52 yıl öncesinde, yani 1963 yılında bile tasarruf oranı yüzde 12 olarak yukarıdaki rakamların üzerinde idi. Kriz yıllarında bile yüzde 16-18’lere ulaşan tasarruf oranı böylesine düşerse, doğal olarak diğer makro tahminler de tutmaz.
O zaman da orta vadeli planlar, bugüne kadar hemen hiç birinde tutturulamayan beş yıllık kalkınma planlarına benzer. Bu ise her şeye inançsızlık, eskiye dönüş ve statükoya devam anlamına gelir.
Ne yazık ki son yıllarda durumumuz budur. Yani orta vadeli planlar, artık sadece yasal zorunluluğun yerine getirilmesi anlamındadır.