Orijinal fikirlerin altı anahtarı
Geçtiğimiz ağustos ayında McKinsey'de “Gerçek özgünlüğü yakalamanın altı sırrı” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazı, McKinsey'den Rik Kirkland'in işletme ve psikoloji profesörü Adam Grant'la yaptığı söyleşinin ana başlıklarından oluşuyor. Söyleşi 35 yaşında Wharton School'un en başarılı profesörlerinden olan Grant'ın bu yıl şubat ayında yayınladığı “Originals: How Non-Conformists Move the World” (Konformist olmayanlar dünyayı nasıl sürükler) başlıklı kitap üzerine yapılmış.
Özgünlük veya orijinallik, pazarlama başarıları açısından son derece önemli. Daha doğrusu ender görülen pazarlama başarılarının altında yatan en önemli özelliklerden biri. Ancak pazarlama başarısı gerçek özgünlük olmadan da elde edilebildiği gibi, gerçekten orijinal olan fikirlerin de ticari başarı elde edeceklerinin bir garantisi yok.
Orijinalliğin pazarlama açısından nerede, nasıl, hangi koşullarda işe yaradığı tartışmalı olmakla birlikte dünyayı değiştirecek yeni fikirlerin, yani inovasyonların kaynağının da özgün fikirler; daha doğrusu ihtiyaçları karşılayacak özgün yolları keşfetmek olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu nedenle pazarlamacıların da, şirket liderlerinin de esas işlerinden birinin yeni fikirler peşinde koşmak olduğunu tekrar hatırlatarak Grant'ın bu konudaki saptamalarını özetleyelim.
1- Bir tane değil çok sayıda özgün fikir gerekir
Her zaman orijinal, yaratıcı kişilerin tek bir fikir üzerinde mükemmelleşene kadar çalıştığı düşünülür. Ancak elimizdeki veriler bunun tam tersini söylüyor: Onların tek bir fikri değil, tonlarca fikri vardı. Orijinal olabilmek için çok çeşitli fikirler üretebilmeniz, tanıdık ve bilinen fikirleri elemeniz gerekir. Ancak çoğu insan bunu yapmaz. Ya ilk fikirlerine aşık olur, onunla devam etmek ister, ya da başka bir fikir bulup bulamayacaklarını sorgulamaya başlayıp tıkanır. Bu nedenle liderlerin yapması gereken, insanları fazlasıyla fikir üretmeye teşvik etmektir. Böylece ideale ulaşana kadar birçok fikri çöpe atmanız gerektiğini fark edeceksiniz.
2- Fikirlerinizi başka yaratıcı fikir sahipleriyle değerlendirin
Çoğu insan, kendi ürettiği fikirlere fazlasıyla güvenir. Oysa kendi fikrinizin artılarını görüp eksilerini kaçırmanız çok kolaydır. Böyle bir durumda, ilk aklınıza gelen fikrinizi yöneticilere danışmak olur. Ancak elimizdeki verilere göre, yöneticiler de sizin işinizi değerlendirmek için uygun kişiler değildir.
Bu sefer de tam tersi sebeple; siz ne kadar pozitif görüyorsanız onlar da o kadar negatif görürler ve yeni fikirleri halihazırda geçerli olan fikirlerle karşılaştırırlar. Örneğin Harry Potter, çok uzun olduğu için yayınevleri tarafından reddedilmişti. Asıl sorulması gereken, “Bu tüketiciye hitap edecek mi?” yerine “Bu, önceden üretilmiş bir şeye benziyor mu?” sorusudur. Peki, eğer kendinize ve yöneticinize güvenemezseniz kimle konuşmanız gerekir? Bunun cevabı da meslektaşlarınız ve diğer yaratıcı bireylerdir. Çünkü yeni fikirleri en iyi değerlendiren kişiler, diğer yaratıcı bireylerdir. Onlar bizim kendi fikirlerimizle aramızda olmayan mesafeye sahip, ancak yöneticiler gibi yeni fikirlere de kapalı değillerdir.
Fikirlerimizi değerlendirirken yapmamız gereken başka yaratıcılar gibi düşünebilmeyi öğrenmektir. Yeni olasılıklar üretmeye hazır düşünce yapısına girerseniz, daha yaratıcı düşünmeye ve daha özgün fikirlere ulaşabilmeye açık olursunuz. Bu sayede büyük, orijinal fikirlerin arkasında durabilmeyi de öğrenebilirsiniz.
3- Sadece gençler için olduğunu düşünmeyin
Orijinalliğin gençlere ait bir şey olduğu yanılgısı hayli yaygındır. Güzel, yaratıcı fikirlerinizi kariyerinizin başlarındayken bulmanız gerektiği hep söylenir. Çünkü, ya özgün fikirleriniz bitecek ya da sağduyuya takılacaksınız denir. Bu doğru çıkmadı. Start-up kurucularına bakarsanız, yaş ortalamaları 38. Yani artık görülen o ki, şirket kurmaya daha geç başlayan bir çok insan var.
Deneyim sahibi olmayı hem bir kazanç, hem de yük olarak düşünebilirsiniz. Deneyim arttıkça o alanda herkesin paylaştığı varsayımları özümsemeniz daha olasıdır. Bir probleme yeni bir bakış açısıyla bakmak zordur.
Fakat, diğer yandan duruma getirebileceğiniz şey bilgi genişliğidir. Bir alan hakkında bilgi sahibi olurken başka alanlar hakkında da deneyim sahibi olabilirseniz – ve yaşlandıkça daha fazla alan öğrenebilirsiniz – fikirleri bir yerden diğerine aktarmaya başlayabilirsiniz. Bu size büyük bir avantaj sağlar, çünkü bütün orijinal fikirler derinlik ve genişlik sonucu ortaya çıkar.
Yakın zamanda yaş-orijinallik ilişkisi hakkında öğrendiğimiz bir başka şey ise bunun yaratıcı sürecinizi nasıl yapılandırdığınıza bağlı olduğudur. Eğer soyut düşünen biriyseniz ve bir probleme baktığınızda yeni olasılıklar hayal etmeyi seviyorsanız, en iyisini gençken yapmaya meyillisinizdir. Buna “Genç-deha yaklaşımı” denir, bu durumda ya bir buluş anı ya da ani bir içgörüye kavuşma anı yaşarsınız.
İkinci bir yaklaşım ise “Yaşlı-usta düşünce yapısı”dır. Daha çok zanaati öğrenmeye dayalı, deneyler yapan, test eden, düşünen, verinin ya da endüstrinin onu nereye götüreceğini çözmeye çalışan bir düşünce tarzıdır. Sizin tarzınız buysa, zirveye daha geç çıkmaya meyillisinizdir.
Soyut, teorik alanlarda Nobel ödülü kazananlara bakarsanız 20 ya da 30’lardan sonra soyut katkılarda bulunmanın çok zor olduğunu görürsünüz. Fakat deneylerini yıllar boyunca tekrarlayan deneysel fizikçiler 50 ve 60'larında ve hatta bazen 70 ve 80'lerinde bile yüksek başarı kazanabilirler.
Adam Grant'ın orijinallikle ilgili altı maddesinden üçüne yerimiz yetti, geri kalanlar haftaya...