Orhan Pamuk bir yabancı mı?
Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı'nda Orhan Pamuk'a gösterilen ilgi ve saygı bir belgesel film olarak çekilseydi de bir yerlerde yayınlansaydı diye düşündüm. Politikacılar, yayıncılar, yazarlar, sanatçılar, dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçiler Orhan Pamuk'a nasıl davranıyorlardı Türkiye'de görülmesi gereken bir durumdu. Nobel almış bir yazardı Orhan Pamuk ve kitapları, konuşulan hemen her dile çevrilmişti (100 ülkede 58 dil); dünya, onun farkındaydı. Ülkesinde yeterince bulamadığını düşündüğüm sevgiyi ve saygıyı Frankfurt'ta yaşadı Pamuk, eminim ki diğer ülkelere yolculuklarında da benzerleriyle karşılışıyor...
Yeni romanı "Masumiyet Müzesi" geçtiğimiz haftalarda ülkemizde yayınlandı. Son dönemdeki diğer çalışmaları gibi, "içimizden biri"nin değil, Türkiye'de yaşayan bir yabancının yazmış olduğu izlenimi doğuruyordu bu kitap da...
Orhan Pamuk, yurtdışında satış rekorları kıran "İstanbul" kitabında iyice belirginleşen bu yaklaşımını, "Masumiyet Müzesi"nde de sürdürmüştü. Türkiye'de yaşayanların alıştıkları, hatta farkında bile olmadıkları birçok şeyi, ilk kez görüyormuşçasına anlatıyordu Orhan Pamuk. Hatta, "Türkler şöyledir, Türkler böyledir" (iyi veya kötü anlamda söylemiyorum) demeye kadar götürüyordu...
"Masumiyet Müzesi"nde de bildiğimiz çok şey, uzun uzun anlatılıyordu...
Ben, bu olguyu ilk kez İsviçre-Türk ortak yapımı ve sanırım En İyi Yabancı Film Oscar'ını alan bir filmde görmüştüm. Yabancı kaynaklı "bir Türk filmiydi" sonuçta, ama örneğin farkına bile varmadan sık sık üzerinden geçtiğimiz Galata Köprüsü'nü, oradaki hayatı dakikalarca gösteriyordu, tıpkı gezen bir turist gibi...
Filmin çıkışında düşünmüştüm uluslararası bir arenaya girerken, bu noktaya dikkat etmek gerektiğini, içinde yaşadığımızdan farkına varmadıklarımızı da iyi bir şekilde sunmamızın zorunluluğunu...
İşte Orhan Pamuk, kitaplarını (Cevdet Bey ve Oğulları hariç) bu ülkede yaşayan "bir yabancı" gibi yazarak, dünyadaki okurlarına, "yerli" olanın anlatmadığı bir Türkiye'yi gösteriyor...
Bu noktada, onun bu anlatım tarzını kasıtlı mı uyguladığı tartışılabilir. Yani bu yabancılaştırma efekti "sahih" midir?
Bunun çok önemi olmadığını düşünüyorum...
Kişisel bir yorumum var tabii ki... Bir dönem komşum olan Orhan Pamuk'un oradan tanıdığım, basından okuduğum hayatı, zaten yalıtılmıştı... Otobiyografisine çok kısa bakacak olursak:
"Orhan Pamuk 1952'de İstanbul'da doğdu. Cevdet Bey ve Oğulları ve Kara Kitap adlı romanlarında anlattığına benzer kalabalık bir ailede, şehrin batılılaşmış ve zengin semti Nişantaşı'nda büyüyüp yetişti.
Otobiyografik kitabı İstanbul'da anlattığı gibi Pamuk, çocukluğundan yirmi iki yaşına kadar yoğun bir şekilde resim yaparak ve ileride ressam olacağını düşleyerek yaşadı. Liseyi İstanbul'daki Amerikan lisesi Robert College'de okudu.
İstanbul Teknik Üniversitesi'nde üç yıl mimarlık okuduktan sonra, mimar ve ressam olmayacağına karar verip bıraktı. İstanbul Üniversitesi'nde gazetecilik okudu, ama bu işi de hiç yapmadı. Pamuk, yirmi üç yaşından sonra romancı olmaya karar vererek başka her şeyi bıraktı ve kendini evine kapatıp yazmaya başladı."
"Hiçbir iş yapmayan, kendini evine kapatan" Orhan Pamuk'un yazdığı hayatları, yaşadığı mekânları da oradan gördüğü, algıladığı biçimde; karşılaştığında da "bir turist" gibi ifadelerde bulunarak anlatmasından doğal ne olabilir ki...
Teşbihte hata olmaz: Tıpkı Jerzy Kozinski'nin "Being There" isimli kitabından sinemalaştırılan Peter Sellers'in oynadığı filmde (sanırım ülkemizde Bahçıvan adıyla gösterilmişti), çalıştığı evden yıllar sonra ilk kez sokağa çıkan ve sonunda ABD Devlet Başkanı olan adamın hikâyesi gibi...
Orhan Pamuk, son derece samimi; tıpkı düşündüğü, algıladığı gibi yazıyor bence... Bu nedenle de Türkiye'de olduğundan çok, ama çok fazla bütün dünyada tanınıyor ve okunuyor. Bizse onu yabancılıyoruz... 58 dil, 100 ülke hepsinde kitapları satıyorsa, bütün dünya da mı yanılıyor?!
Not:Eğer kasıtlı olarak böyle yazıyorsa, ki cümleleri İngilizce gramere uygun bir biçimde kurduğundan, kolaylıkla da çevrilebiliyor, bu da bir başarı değil midir?