Organize sanayi bölgeleri: Hiç mi kabahatimiz yok...
Yıllar önce ülkemizde ambalaj üretimine ilişkin kapsamlı bir çalışma yapmıştım. Ülkemizde adı bilinen bütün üretim tesislerini gezmiş, ambalaj tüketiminin hatırı sayılır firmalarının yetkilileri ile görüşmüş, yurt dışında ayrı ülkede kurmayı düşündüğümüz tesisin benzeri 24 kadar kuruluşu gezmiştim. Kapsamlı bir raporu Şişecam Topluluğu Plan toplantılarında kalabalık bir yönetici grubuna sunmuştum.
Yıllar sonra çalışmaları yeniden gözden geçirirken, çok temel bir ilkeyi "merkez düşünce" olarak saptadığımı fark ettim : "Bir üretici en iyi ambalaj istiyorum, derse yanlış yapar. .En iyi ambalaj ürettirilmez, 'uygun ambalaj' tanımlanır".
Yılların birikimi bana şunu söyletiyor: İşinin bileşenlerini ve bağlamlarını net bilmeyen ne yaptıracağını tanımlayamaz, o nedenle insan gücünü, sermaye kaynaklarını ve teknolojiyi etkin kullanamaz...
Dünya genelinde üretim hiyerarşisi değişiyor; toplumlar kendi koşullarına göre yeniden yapılanma reformlarını hızla yürürlüğe koyuyor.
Ülkemizde siyasi iradenin belirlediği Sanayi Stratejisi, orta teknolojilerden ileri teknolojilere geçişi hızlandırma amacına odaklanıyor.
Öte yanda, sanayileşmenin öncü kentleri "kent içi akışların tıkanması" nedeniyle, imalat kesimini kentin dışına itmeye zorluyor.
Ucuz-emek odaklı üretim alanlarımızı hızla gözden geçirmek gerekiyor; gelişmiş ülkelerin terk ettiği, bizim geldiğimiz düzeyde geliri artıracak ve sürdürülebilir rekabet yaratacak bilinen ve yaygın alanlardan "keşifler" yapmamız gerekiyor.
Üretim-hammadde arasındaki ilişkilerin değişmesi, ulaşabilirlik ve erişebilirliğin kolaylaşması nedeniyle üretimde ileriye ve geriye bağlantıların değişmesi, envanter ömürlerinin kısalması nedeniyle, yeni üretim ağlarının gerektirdiği "sinerjik kümelenme" rekabet gücü yaratmanın olmazsa olmazı haline geliyor.
Son kullanıcıyı koruma bilinci giderek yaygınlaşıyor; derinleşiyor; o nedenle üretimde "kalite hassasiyeti" alabildiğine artıyor. Örneğin, bir maden işletmesinin gökyüzüne saldığı çok küçük toz parçalarının bir temperli ve lamine cam üzerine etkisini hesaplamadan yatırım yeri seçmek mümkün olmuyor.
Rekabetin felsefesi, anlamı ve teknikleri değiştiği halde, ülkemizde "karma organize sanayi bölgeleri" kurmayı sürdürüyoruz. "Görünen köy kılavuz istemez" diyen halkımızın akıl birikimini, kendi küçük çıkarlarımız için görmezden geliyoruz.
Türkiye hızla ihtisas organize sanayi bölgeleri anlayışını yaygınlaştıramazsa...
OSB'lerde çıplak mülkiyet algısını " üretim mülkiyeti" algısına taşımazsa...
TOKİ herkesin yaptığı işi yapar, ülkenin kalkınmasını hızlandıracak ihtisas organize sanayi bölgelerini yaparak yatırım emrine sunmazsa...
Sanayi ve Ticaret Odaları, onların üst kuruluşu olan TOBB, Organize Sanayi Bölgeleri'nin ülke ihtiyacına göre yönlendirilmesini, kısa dönemli bakışlardan uzaklaştıran inisiyatifi ele almazsa...
İnanın çok şey yiteceğiz, çok şey...
Başkalarını suçlama en kolay yoldur; hiçbir maharet gerektirmez... Taleplerimizi hem teknik, hem de ahlaki bir temel üzerine oturtup oturtmadığımız çok önemli... İnsan öncelikle kendi şeytanı ile başa çıkmalı, yaptığı işin güne uygun olduğu kadar, geleceği yaratmaya da uygun olup olmadığını sorguladığı zaman görevini yapmış olur...
OSB'ler konusunda "sağır eden sessizliklerini koruyanların", tüy bitmemiş yetimlerin hakkını nasıl çarçur ettiklerini düşünmelerini, vicdanlarının söylediğini, ağızları ile de dillendirmelerini beklemek hakkımız değil mi?