Organize ilişkiler ve tesadüfler!
İçinde bulunduğumuz koşulları daha iyi anlamak ve olabildiğince gerçeğe yakın öngörülerde bulunabilmek için geriye dönüp tesadüfen ortaya çıkmış gibi görünen olaylar ile bunların sebep ve sonuçlarını incelemekte, sorulmamış sorular üreterek bunlara yanıt aramaya çalışmakta yarar var. Bu hafta başında Yunanistan, Eurobond piyasasına çıktı ve 5 milyar Euro'luk orta vadeli bir borçlanma gerçekleştirdi, katılım düşük ve maliyet yüksek olduğu için başarılı bir ihraç sayılması zordu. Söz konusu ülkenin durumuna ilişkin tartışmalar ayyuka çıkmadan önce ocak ayı içinde yaptıkları ilk ihraç nispeten daha başarılı idi. 8 milyar Euro'luk orta vadeli borçlanma yüksek maliyetle gerçekleşmiş, fakat ihracın üç katı teklif gelmişti. İki ihraç arası dönemde yaşananlara bakıp kimler kazandı ve kimler kaybetti diye sorguladığımızda gerçek gündemin görünenden farklı olabileceği kanaati güçleniyor.
Yunanistan'ın durumunu, alacaklı konumundaki Avrupa'nın mali sistemi biliyordu ve ilk ihraçla görüldüğü gibi borçlarını yapılandırmak adına gereken desteği verme eğiliminde idi. AB'li siyasiler de durumu biliyordu, fakat genel bir güvensizlik yaratacak şekilde tartışılmasını istemiyordu. Son iki ayda yaşananlar etkili ve yetkili kesimlerin itibarını sarstı, geniş kesimlerin onlara güvenini azalttı ve Euro'nun değerini geriletti. AB bölgesindeki sorunları ağırlaştırdı.Bu tablo, ürettiği ürünlerin önemli bir kısmını bu bölgeye satan Türkiye ekonomisi açısından da iyi omadı!.. Bir başka deyişle bazı kesimler AB içinde kolun kırılıp yenin içinde kalmasına izin vermedi, bir yıl önce G-20 zirvesindeki havanın bozulmasından fayda sağlamaya çalıştı!..
2009 yılının ikinci ve üçüncü çeyrek dönemlerinde dolar değer kaybetmeye, emtia ve sermaye piyasaları ise yükselmeye başlamıştı. Bu durum kredi krizinin azalmasına yardım etmişti, fakat küresel düzeyde hem işsizlik artıyordu ve maliyet kökenli enflasyon baskısı da ufukta görünür hale gelmişti. ABD'li yetkililer ise doların güçlenmesi gerektiğini söyleyerek bu durumdan rahatsız olduklarını ifade etmeye başladılar. 2009 yılının son çeyrek döneminde ise farklı eğilimlerin yaşandığına tanık olduk. Kredi derecelendirme şirketleri özellikle AB üyesi ekonomilerin kredi notunu düşürmeye başladı ve eşanlı olarak hedge fonların başta Euro ve sterlin olmak üzere bazı paraları açığa satmaya başladığını gördük; bu süreçte sermaye piyasaları genelde yüksek düzeyini korurken, emtia piyasaları dalgalandı ve zaman içinde fiyat hareketliliği azaldı. Başka bir deyişle görünmeyen eller piyasaları yapay bir şekilde yönlendirdi. Dubai ve Yunanistan'a ilişkin endişeler de etkili oldu.
Bu yılın ocak ayında ise durumunun ciddiyeti bilinen Yunanistan Eurobond piyasasına çıktı ve başta belirttiğimiz 8 milyar Euro'luk tahvil ihracını 350 baz puanlık risk primi ile gerçekleştirdi. Ciddi bir sorun yoktu, fakat iki gün içinde her şey değişti ve ortalık karıştı. Belli ki Yunan tahvilini ihaleye girerek alan bazı yatırımcıların niyeti farklı idi, üzüm yemek değil, bağcı dövmek istiyorlardı! Yunanistan'ın risk primini artıracak şekilde satışa geçtiler ve sansasyon yaratarak "Pandora'nın Kutusu"nu açmaya çalıştılar, söz konusu ülkenin kurtarılması gerekçesi ile başta Almanya olmak üzere AB liderlerini sıkıştırmaya ve konuyu gündemin üst sırasında tutmaya çalıştılar. Bu süreçte farklı öneriler havada uçuştu, Euro yıprandı... Hedge fonlar çok iyi kazandı, doların güçlendiği konusu ön plana çıkarılırken, ABD'nin sorunları unutturulmaya çalışıldı.
Bu aşamada sormak gerekiyor eğer söz konusu tesadüifler olmasa doların değeri emtia ve sermaye piyasalarının bugünkü seviyesi hangi düzeylerde olurdu? Federal Reserve bu yıl içinde faiz yükseltmek zorunda kalır mıydı? ABD'nin sıkıntısını hafifletebilir mi? Gelişmelerin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisi ne olur? Orta vadeli plan bu yaşananları öngörmüş olabilir mi?
Denize düşenlerin ne yapıp yapmayacağı pek belli olmadığı için dikkatli olmak gerekiyor!..