Ordoliberalizm veya Alman kapitalizmi
Herkes Tsipras’ın Troyka ile yaptığı nihai anlaşmanın aslında müzakereler başladığında masada olan anlaşmadan daha da ağır şartlar içerdiği ve bütün siyasi manevralarına karşın Tsipras’ın aslında kaybeden taraf olduğu görüşünde. Nitekim, anlaşma Yunan parlamentosundan ancak muhalefet milletvekillerinin “evet” oyuyla geçerken, Tsipras kendi grubundan da epey fire verdi. Sonrasında da, Tsipras sol kanatta yer alan 5 bakanı görevden almak zorunda kaldı.
Şüphesiz ki, her ne kadar anlaşma Troyka ile yapılsa da, aslında “de facto” Yunanistan’ın karşısında tek bir muhatap vardı: Almanya. Almanya’nın baştan beri uzlaşmaz ve ödün vermez tutumu sayesinde Yunanistan zaten sıkı olan kemerini bir kaç delik daha da sıkmak zorunda kaldı.
Peki, özellikle Anglo-Sakson dünyasındaki ekonomistlerin büyük çoğunluğunun anlaşmanın Yunanistan’ın aleyhine olduğu yönünde görüş bildirmesine ve hatta Troyka’nın bir mensubu olan İMF’nin bile Yunanistan’a empoze edilen aşırı kemer sıkma politikalarının başarılı ve sürdürülebilir olacağı konusunda ciddi tereddütler ortaya koymasına rağmen, Almanya neden bu katı yaklaşımında israr etmekte. (Hatta, anlaşmanın hemen ertesinde Almanya Maliye Bakanı Schaeuble açık açık Grexit’in (Yunanistan’ın euro birliğinden çıkması) hala ciddi bir alternatif olduğunu söylemekten kaçınmadı.)
Günümüzde dünyada piyasa ekonomisi ve özel mülkiyet hakkının temel alındığı pek çok değişik kapitalizm varyantından bahsetmek mümkün. Bunların öne çıkanları neoliberalizm, devlet kapitalizmi ve ordoliberalizm. Anglosakson dünyasında egemen olan neoliberalizmin son küresel krizle birlikte büyük bir yara aldığını söylemek mümkün. Krizi aşmak için devreye sokulan (ağırlıklı parasal olmakla birlikte doğrudan şirket kurtarmaya da yönelik) tedbirlerin neoliberalizmin temel prensipleri ile taban tabana zıt olduğu muhakkak. Devlet kapitalizminin baş temsilcisi ise Çin. Ancak, gene orada da son dönemlerde bu sistemin de bir tıkanma içine girmekte olduğu ve önemli reformlar gerektirdiği ortada.
Almanya’nın ordoliberalizminin ise diğerlerinden daha başarılı ve istikrarlı bir performans göstermiş olduğu söylenebilir. Almanya küresel krizden fazla bir yara almadı. İşsizlik oranı düşük. Halen rekor cari fazla vermekte. Bir de unutmayalım, son 25 yıl içerisinde Almanya neredeyse kendisinin yarı büyüklüğünde bir ülkeyi (Doğu Almanya) başarıyla sistemi içine entegre etme başarısını gösterdi. Ayrıca yakın hinterlandındaki (Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan gibi) ülkelerin de kalkınmasında önemli rol oynadı. Bu ekonomik başarısı ile birlikte Almanya’nın diğer AB ülkelerine kendi sistemini empoze etmesi gayet normal.
Peki, ordoliberalizm diğer kapitalizm türlerinden ne gibi farklılıklar içeriyor? Öncelikle, ordoliberalizm devletin piyasaların işlemesinde düzenleme ve denetleme anlamında temel bir rolü olduğunu baştan ve kesinkes kabul ediyor. Bu görüş aynı zamanda piyasaların güçlü anti-rekabet kurallarına tabii olmasını da beraberinde getiriyor. Kural-bazlı bir ekonomik sistemin diğer ekonomik aktörlerin etkisine ve nüfuzuna kapalı olması da şart. Ancak bu aynı zamanda (hanehalklarının da bir ekonomik aktör olduğunu dikkate alırsak) kurallarla çatışırsa halkların demokratik taleplerinin de (Yunanistan örneğinde olduğu gibi) göz ardı edilebileceği anlamına geliyor. Ordoliberalizm (biraz da tarihsel nedenlerle) enflasyonun kontrolüne özellikle ağırlık veriyor. Nitekim, Avrupa Merkez Bankası’nın (ve öncesinde de Bundesbank’ın) temel amacı fiyat istikrarının sağlanması olarak belirlenmiş durumda.
Ordoliberalizm son küresel krizde neoliberal ekonomilerin kurtarma aracı haline gelen (özellikle parasal ağırlıklı) Keynezyen politikalara da kapalı. Savaş sonrası Almanya iktisat tarihine bakıldığında da, 1965-73 arasındaki kısa bir dönem haricinde, Keynezyen politikaların hiç bir zaman uygulanmadığı görülüyor.
Bugünden ileriye bakarsak, bir ekonomik sistemin diğerlerine üstünlük sağlayabilmesi için bugüne kadar ne kadar başarılı olduğundan çok, farklı kültürel sistemlere ve gelişen piyasa koşullarına ne kadar adapte olabildiğine bakmak gerekiyor. Ordoliberalizmin bugüne kadar farklı kültürel sistemlere esneklik gösterme konusunda sınıfta kaldığı söylenebilir. Unutmayalım ki, esnek olmayan bir madde kırılmaya çok daha müsaittir. (Gerçekleşirse, Grexit de böyle bir kırılma olacaktır.) Öte yandan, kural bazlı ve anti-rekabetçi yaklaşımı ile ekonomide öngörünürlüğü artırması, çeşitli çıkar gruplarının nüfuzunu önlemiş olması ve ekonomik rantı minimize etmesi, diğer sistemlere göre Alman sistemine bariz bir üstünlük sağlıyor ve sağlamaya da devam edecektir.