Orada bir müze var uzakta...
Önceki haftasonu Bayburt’taydık…
Socar CEO’su Kenan Yavuz’un davetlisi olarak… Yavuz, Bayburtlu…
Beşpınar köyünden…
Orada yetişmiş, üniversiteyi bitirene kadar da kopmamış memleketinden… Aslına bakarsanız, şimdi de kopmuş denemez…
Köyünde yeni yaptırdığı evinde düzenlediği ‘sıra’ gecesinde akrabaları ve arkadaşlarıyla coşkuyla söylediği peş peşe türküler, bana göre bunun en somut delili…
Bizi oraya davet etmesi de öyle…
İstiyor ki, daha çok insan sevdiği yerleri görsün…
Daha çok insan Bayburt’u daha çok tanısın…
★ ★ ★
Bayburt’un nüfusu 75 bin…
Sürekli göç veriyor…
Şehir de, ilçeler de, köyler de…
Örneğin Bayburt’un iki ilçesinden biri Aydıntepe…
10 sene önce nüfus 6 binin üstündeymiş… Şimdi 2 bin civarında…
“Neden” diye soruyoruz…
Söylenenler malum, sigortalı, düzenli iş yok, insanların çocukları için en çok istediği iyi eğitim çok zayıf, sağlık hizmetlerini yeterince alamıyorlar…
Çiçeği burnunda belediye başkanı Haşim Şentürk ve arkadaşları, bölgeye devletin el atması gerektiği görüşünde…
‘Lütfen yazın’ diyorlar, “Turizmde hamle yapmak istiyoruz. Başbakanımız bize destek olsun!”
‘Peki, ne yapsın” diye sorunca, Aydıntepe Yeraltı Şehri’ni işaret ediyorlar öncelikle…
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden, belki de ondan da öncesinden kalma “yeraltı şehri”…
1-1.5 metre genişliğinde ve kimi yerlerde insan boyundan alçak tavanlarıyla galeriler, ondan biraz daha geniş odalar, hatta havuzlar etkileyici… Kendi olanaklarıyla ortaya çıkarmaya çalışıyorlar ama daha 10’da birini bile açamamışlar… Hep birlikte, yer yer 30 metre derinlikte dolaşırken, “Bayburt Kalesi’ne kadar uzanıyor bu tüneller” diyorlar, “Bize yardımcı olunursa, ikinci bir Kapadokya çıkar buradan…”
★ ★ ★
Peki, niye iş yok?
Bu soruya verilen yanıtların yelpazesi hayli geniş:
Çiftçiye, neredeyse bir şey ekip biçmese de verilen desteklere kabahat bulan var…
Yeşil Kart’ın, yapılan yardımların insanları tembelleştirdiğini iddia edenler var…
‘Topraklar boş duruyor’ denilince, “İyi de tarım yapmanın ekonomisi yok ki” diyenler de çok…
“Teşvikli yatırımda 6’ncı bölgeye alınsaydık, ekonomide kıpırdanma olurdu. Bayburt, Diyarbakır’dan, Şanlıurfa’dan daha mı zengin? Biz niye beşteyiz?” diye soranları da es geçmemek lazım.
Bir de denildi ki, “Aydıntepe’de sanayi vardı eskiden. Romörk yapılıyordu. Ayrıca, bölgeden bir arkadaşımızın icadı olan ot kesme makinesi de yapılıp satılıyordu. Çevre illere de, Adana ve hatta Ege’ye…”
Ya, sonra?
“Valla, destekler hep başka yerlere kaydırıldı. İthal makineler filan derken yok oldu gitti o sanayi…”
Nereye gidiyorlar?
Her yere…
Ankara’ya, Antalya’ya, İzmir’e, Mersin’e… Ama en çok da İstanbul’a…
★ ★ ★
Sadece eğitim, iş, aş arayışı değil mesele…
Televizyon dizilerinden tutun da, Bayburtlu gençlerin yuvalarından uçmalarının pek çok nedeni var…
Büyük kentte yaşamanın cazibesi ağır basıyor…
Ama belki de, göçü getiren değişimin nedeni Hüsamettin Koçan hocanın anlattıklarındadır…
Hüsamettin Koçan, Okan Üniversitesi Görsel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi…
Bayburt’taki köyü Bayraktar’ın eski adından yola çıkarak Baksı Müzesi’ni kurmuş…
Bayburt’ta da bir kadın istihdam evi oluşturmayı planlıyor…
Diyor ki,
“Bayburt’ta kız isteme geleneğine uygun olarak eskiden kız istemeye giden damada ‘Ağabeyine hangi tabancayı alacaksın’ diye sorulurdu. Şimdilerde, şehirde evi olmayana kız vermiyorlar.”
★ ★ ★
Gelelim, Baksı Müzesi’ne…
Doğrusunu isterseniz ben müzeyi göremedim…
Neden derseniz, cumartesi günü yayladaydık…
Fatih Sultan Mehmet ile Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın ordularıyla bundan 540 yıldan fazla bir zaman önce, 11 Ağustos 1473’te karşı karşıya geldikleri Otlukbeli Savaşı’nın yapıldığı düzlüklerin tepelerinde dolaştık…
Sonra da Kenan Yavuz’un evinde, hepsi de okullu, hatta solisti veteriner hekim, bir saz heyetinin eşliğinde türküler, oyun havaları…
Pazar sabahı bir uyandım ki, müthiş bir ağrı…
Sanki içlerine doğmuş gibi, Erzurum’dan beri bir ambulans da bizimle beraberdi…
Onunla, doğru hastaneye…
Anlaşıldı ki böbrek taşı...
Hastaneden çabucak çıktık...
Ama gelin görün ki, Baksı Müzesi gezisini kaçırmış olduk...
★ ★ ★
Kaçırdık kaçırmasına ama…
Gezme fırsatını bulabilen arkadaşlarımız Vahap Munyar, Emine Munyar, Abdurrahman Yıldırım, Emin Çapa, Mustafa Kemal Çolak ve diğerleri öyle detaylı, öyle bir bir ballandıra ballandıra anlattılar ki, Baksı Müzesi’ni… Gitmiş kadar oldum…
Tadı damağında kalmış olacak ki, birkaç gün sonra, Aras Kargo’nun "Büyümede Mükemmellik Lideri” ödül töreni için gittiğimiz Londra’da Şelale Kadak, Baksı’da gördüklerini anlatmaya devam ediyordu… Eh, kolay değil, geçen yıl Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi Kültür Komisyonu’nun oylamasında 22 ülkeden 37 müzeyi geride bırakarak Avrupa’nın en prestijli müze ödülünü almış bir müzeden bahsediyoruz…
Üstelik bu müze İstanbul’da, Ankara’da değil, kelimenin tam anlamıyla dağ başında…
★ ★ ★
Baksı’da, Katalan ressam ve heykeltıraş Jean Miro’nun bronz heykelciği sergileniyor…
2014 Avrupa Konseyi Müze Ödülü’nü almalarının ardından Baksı’ya gönderilmiş…
Miro’nun heykelinin gelmesi, Türkiye’den sanatçıların da katılmasıyla "Miro’ya Açılan Heykelli Yol" sergisinin açılmasını tetiklemiş…
Sanatçılar eserlerini müzeye bağışlamışlar…
Sadece sanatçıların eserleri sergilenmiyor Baksı’da… Yeni sanatçılar kazandırmak için yoğun bir çaba var… Prof. Koçan, müzeyi köyle, Bayburt’la kucaklaştırmak için kadın ve çocuklara yönelmiş…
Kadınlar müze bünyesindeki atölyelerde kilim, kumaş dokuyor…
Çocuklar da başta resim olmak üzere sanata yönlendiriliyor. Başarılı olanlara eğitim bursu veriliyor… Bu yıl çocukların sponsorluğunu Ülker üstlenmiş…
★ ★ ★
Anlatılanlara göre, toprak damlı evlerden esinlenilerek yapılan Baksı, farklı bir müze… Mimarisinden, müzecilik anlaşıyışına…
Tabii, bütün bunlar kolay değil…
Birincisi, maddi açıdan…
Özellikle de, devletten hiç destek almayınca…
Yaklaşık 10 milyon doları bulmuş Baksı Müzesi için bugüne kadar yapılanların değeri…
“Tabii, hepsi bizim harcadıklarımızdan oluşmuyor” diyor Prof. Koçan, “Müze desteklerle bu hale geldi. Ama yola koyulduğumuz dönemlerde ciddi sıkıntılar yaşadık. Paramız bitti. Dragos’taki evimizi satıp, devam etmek istedim. Eşim önce karşı çıktı. Birlikte köyde bir gece kaldık, ertesi sabah razı oldu. Bunu duyan sanatçı dostlarımız Baksı yararına sergi açtı. Evi satmamıza gerek kalmadı. Şimdi de 17 kişilik bir mütevelli heyeti oluşturuyoruz. 50 bin lira bağışlayanları da ‘Baksı’nın hamisi’ listesine alıyoruz.
★ ★ ★
İkincisi, anlaşılan bir müzeyi çevreye kabul ettirmek de en az onu inşa etmek kadar zor…
“Burada para aklanıyor” diyenler de çıkmış…
“Altın çıkarılıyor” deyip jandarmaya ihbar edenler de… Hatta mimarisini ‘mabet’e benzetip, farklı ayinler yapıldığı söylencesini yayanlar da…
Ama yılmamış Hüsamettin hoca, sabırla Bayburt için faydalı olacağına inandığı projesine devam etmiş…
Bugün ilköğrenimden imam hatip lisesine, pek çok öğrenci gelip Baksı’da eğitim alıyor…
★ ★ ★
Hüsamettin Koçan hoca, ata memleketi, 500’den az nüfuslu Bayraktar köyünde, bir ‘mucize’ yaratmış…
O mucize, sürekli göç ile anılan bölgeye farklı bir boyut getiriyor…
Kelimenin tam anlamıyla Bayburt’un çıtasını yükseltiyor…
Kenan Yavuz’un sohbetimiz sırasında söyledikleri netti: “Müze, insanları Bayburt’a davet ederken en önemli kozlarımızdan biri oldu. Doğrusu, Baksı Müzesi olmasaydı sizleri davet ederken tereddüt yaşardım…”
★ ★ ★
Evet, dağ başında… Evet, ulaşması kolay değil…
Önce Trabzon’a ya da Erzurum’a gideceksiniz…
Örneğin bizim yaptığımız gibi önce uçakla Erzurum’a gelirseniz, oradan tam 126 km gidip Bayburt’a geçeceksiniz… Oradan da Baksı’ya bir 45 km daha… Nereden baksanız sadece karayolu ile yolculuk dört saat…
Trabzon’dan da hemen hemen aynı süre…
Değer mi diye sorabilirsiniz… Görmeden söylüyorum, evet, değer! Çünkü, her şey bir yana; bu emeğe, bu mücadeleye değer…
Üstelik öğrendim ki, müzenin konuk evinde kalmak da mümkünmüş… Ee, o zaman daha ne bahanemiz kaldı?