Önemli bir hafta
Bazen böyle oluyor. Bir süre her şeyin sakin olduğu, risk algısının yerlerde süründüğü günler geçiriyoruz. Ardından, sanki "fazla sükûnet delikanlıyı bozar" misali, hayatın temposu birden hızlanıyor. Birçok olay peş peşe geliyor. Bu hafta da buna benzer bir hafta oldu. Haftaya sıkışan üç önemli olay var. Bunlardan birisi İngiltere'de dün yapılan genel seçim. İkincisi, Avrupa Merkez Bankası'nın toplantısı. Günlerdir gündemde olan "Katar meselesi" de haftanın olayı olarak ilk sıraya oturdu.
Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri, ABD (Trump!) desteğini de arkalarına alarak, adeta "aba altından sopa gösteren" bir tavırla Katar'la diplomatik ilişkilerini kestikleri cümle aleme açıkladılar. Bölgenin öteki ülkelerini de bu girişimi desteklemeye çağırdılar. Gerçekten haftanın olayı olmaya hak kazanan çapta bir gelişme bu. Sanırım, yıl boyunca da bunun tartışılması sürecek. Kısa sürede çok sayıda ülkenin Arap ülkelerinin yanında yer almış olması da olayın boyutunu hızla büyüterek adeta yeni bir bölgesel çatışmanın yolunun açılacağı izlenimini veren bir tablo yarattı.
Olayın görünür tarafında Arap ülkelerinin Katar'ı terör örgütlerini desteklemekle suçlamaları var. ABD de bu suçlamaya katılıyor. Bu bağlamda öne çıkartılan ülke İran. Adı geçen örgütler arasında da Hamas ve Müslüman Kardeşler ön planda yer alıyor. Katar bunları desteklemekle suçlanıyor. Bu işin görünür yanı. Daha örtük yanında ise bir yandan Şii İran ile Sünni Suudiler arasındaki mezhep çatışması var. Hangi mezhebin Orta Doğu'ya hakim olacağı noktasında yüzyıllardır süregelen çekişme ve çatışma bir kez daha somut biçimde ortaya çıkmış gibi görünüyor.
Öte yandan da, her zaman olduğu gibi, bu ikili ve yandaşları arasında iktisadi çıkar çatışması var. Orta Doğu'da iktisadi çatışma deyince tabi akla petrol ve doğal gaz geliyor. Hangi mezhebin Orta Doğu'nun enerji kaynakları üzerinde belirleyici rolü oynayacağını belirlemek için çatışıyorlar. Katar olayının gündeme geldiği andan itibaren popüler medyada yapılan değerlendirmeler böyle. Bu değerlendirmeyi tersten okumak da mümkün kuşkusuz. İsterseniz "ABD ve müttefikleri İran ve Arap ülkelerini mezhep ayrılıklarını kışkırtarak, petrol mülkiyetini kaşıyarak çatışmaya sürükleyip, bölgede bir süredir aşınan kendi özgül ağırlıklarını arttırmak istiyorlar, Katar meselesinin özünde yatan temel etken budur" şeklinde yapabilirsiniz bu değerlendirmeyi.
İngiltere'de dün (Perşembe) yapılan genel seçim de haftanın önemli olayları arasında yer alıyor. Seçimin ana nedeni daha yeni iktidar olan Başbakan Theresa May'in konumunu güçlendirme isteği. Güçlendirme isteği de kendi partisi olan muhafazakarların Brexit sürecinde zemin kaybetmeye başlamasından kaynaklanıyor. Brexit önemli. Sadece İngiltere'yi değil Avrupa Birliği'ni ve hatta ötesini de ilgilendiriyor.
İngiliz muhafazakarları Avrupa Birliğinden ayrılma kararını parlamentodan az bir oy farkıyla geçirdi. Hem Avrupa Birliğinde hem de İngiltere'de bu karara (Brexit) karşı olanlar var. Bunların üstünlük sağlaması halinde en azından etik olarak Brexit'i tarihin derinliklerine gömmek gerekiyor. Bunun gerçekleştirilmesi ise pratik olarak zor. Bütün bunlar Brexit'in müzakere sürecinde sıkıntı yaratıyor. Brexit'in temel muhalifi olan İngiliz İşçi Partisi'nin son sıralarda daha fazla itibar görmeye başlamasının Theresa May'in canını daha da fazla sıktığı söyleniyor. May'in iktidardan inmesi pek söz konusu değil ama gücünü daha da kaybetmesi mümkün. Bu Brexit sürecini daha netameli hale getirir kuşkusuz. Dün yapılan seçimin nihai sonuçları bugün açıklanacak. Bakalım sandıktan ne çıkacak.
Yine dün yapılan Avrupa Merkez Bankası (ECB) toplantısı haftanın bir başka önemli olayı oldu. Avrupa Birliği (AB), özellikle de "Euro alanı" epeydir mızmız bir gelişme trendi sergiliyordu. Birliğin ilk sıradaki politika yürütücüsü olan ECB bu mızmızlığa çare olacak bir destek programı uyguluyor, parasal genişleme ile canlanmayı desteklemeye çalışıyordu. Son sıralarda mızmızlık tablosu biraz değişir gibi oldu. AB ekonomilerinde büyüme, marjinal ölçüde de olsa, hızlandı. İstihdam arttı.Yunanistan'da dahi uzun süredir ilk kez pozitif bir büyüme performansı yakalandı.
İyimser bir iklim oluştu. Bu koşullarda uygulanmakta olan genişlemeci destek programına ihtiyaç kalmadığı yönünde görüşler de ortaya çıkmaya başladı. ECB'nin toplantısı bu görüşlerin ışığında yapıldı. Bu açıdan olağan merkez bankası toplantılarından daha fazla önem taşıyan bir toplantı olarak algılandı. ECB'nin parasal genişlemeden hemen vaz geçmesi pek mümkün görünmüyor. Büyüme kıpırdanmış olsa da Avrupa henüz o kadar güçlü değil. Ama desteğin çekilmesinin konuşulur hale gelmesi bile, en azından güçlenildiği izlenimi yaratarak, Avrupa'nın moralini yükseltir diye düşünüyorum.