Önemimiz de artıyor, sıkıntılarımız da…

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Vergi indirimlerinin genişletici etkisi ve mevsimlik istihdam olanakları sayesinde bir ölçüde umutlu geçirilen yaz aylarından sonra hem kamu yönetimi, hem özel sektör açısından sıkıntılı kararlar ve seçimler hızla gündeme geliyor. Bir yandan işsizlik, diğer yandan yeniden kıpırdanan enflasyon riski büyürken devlet bütçe finansmanı, özel kesim de stok ve yatırım için kaynak arayışında olacak. Oysa dünya piyasalarında hem kaynağın sınırlı, hem de dış yatırım çekme ve ihracat için rekabetin çok kızıştığı bir döneme giriyoruz. Bu nedenle içerde talebi ve yatırım ortamını canlı ve cazibeli tutmanın önemi arttığı gibi, aynı zamanda dışarıya net sermaye çıkışına dolayısıyla rezerv erimesine de izin vermemek gerekiyor.

Sıkıntılı hedefler

Peki, bütün bu hedefleri gerçekleştirmek mümkün olabilir mi? Tabii ki kolay değil, ama temel stratejik kararlarda önemli bir hata yapılmazsa başka ülkelere oranla göreli bir başarı elde edilebilir.

Üstelik böyle bir başarı, Türkiye'nin yeni dönemde genel jeostratejik konumlanması açısından gerekli ekonomik altyapıyı sağlaması için de şart. Büyük bir doğal kaynak rantına ya da olağanüstü bir tasarruf düzeyine sahip olmadığımıza göre, iç dinamiklerin güçlendirilmesi ve sürdürülebilir büyüme yörüngesine oturmuş güçlü bir ekonomik bünyenin oluşturulması tek seçeneğimiz. Bunun için de işletmelerimizin yeterli ölçek büyüklüğünde, rekabetçi ve katma değer üretimine odaklı olmaları gerekli.

Geçen haftalarda, krizden küresel planda çıkışın gerektirdiği sürenin uzunluğunun bizim açımızdan pek de kötü bir şey olmadığını, bu süre içinde ekonominin, dış ticaretin ve cari dengenin yapısal kalitesini düzeltmek için zaman kazanmış olacağımızı belirtmiştik. Tabii ki marifet, bu zamanı iyi kullanabilmekte ve sınırlı kaynaklarımızı savurmadan doğru kanallardan akıtmakta…

Teşviklerin işlerliği

Sözgelişi yatırımları sektör ve bölge önceliklerine göre artırmayı amaçlayan yeni teşvik sistemi birkaç aydır, 49 ile yönelik 5084 sayılı eski teşvik kanunu ise birkaç yıldır yürürlükte. Tutarlılık ve seçicilik yönünden yetersiz bulunan 5084 sayılı kanunun uzatılan yürürlük süresi 2009 yıl sonunda bitecek; şimdiden bu konuda kaygılar seslendirilmeye, sürenin yeniden uzatılması talep edilmeye başlandı. Bu da işletmelerimizin pek çoğunun ayakta kalmak için desteğe muhtaç olduklarını gösteriyor. Ama onların ne ölçüde geliştikleri ve rekabet güçleri konusunda fazla bir şey söylemiyor. Üstelik yeni kanun, sanayinin yapısal değişimi için daha doğru bir çerçeve koysa da, kısa vadede 5084'ün cazibe unsurlarını yani gelir vergisi stopajı ile SSK primi işveren payı muafiyetini ve enerji desteğini içermiyor.

Bu açıdan etkin bir kamu-özel diyalogu ile bir yandan Türk sanayiinin (aslında yeni sistemin kapsamında olmamakla birlikte hizmetler kesimi de teşvik stratejisi içinde düşünülmeliydi) rekabet yeteneği ve daha fazla katma değer üretme kapasitesi kazanabilmesi için yeni bölgesel ve sektörel sistemin işlerliğini artıracak destek mekanizmalarını tasarlamak, öte yandan yükselen işsizlik sorununu gözönüne alarak zaten önemli bir vergi katkısı olmayan birçok ilde 5084 sayılı yasa uygulamasını kriz gerekçesiyle uzatmak üzerinde durulmalıdır. Yeni sistemin işletmelere hemen sağlayacağı bir avantaj olmadığından, kredi garanti fonu ve reel kesimin finans erişimini arttıracak diğer yöntemlerin ve de işgücü piyasaları ile ilgili kurallarda esnekliği arttıracak düzenlemelerin devreye sokulması da hızlandırılmalıdır.

Yapısal kalite için stratejik plan

Ekonominin ve dış ticaretin yapısal kalitesi bağlamında da bir değişime ihtiyaç bulunduğu açık. Ancak bunun sadece talep ve pazarlama ile ilgili bir sorun olmadığı, işgücü verimliliği ve Ar-Ge/innovasyon yatırımlarından ürün kalitesine kadar pek çok unsur açısından bir stratejik plana dayandırılması gerektiği unutulmamalı.

Aynı ihtiyaç, cari işlem dengesi ya da kamu maliyesi kalitesi açısından da söz konusu. Turizm gelirleri ya da net kaynak girişleri anlamında katkının artması da, kamu harcamaları ya da gelir vergisi reformu için kritik kararların verilmesi de ciddi bir fayda-maliyet analizi içeren stratejik programların varlığını gerektiriyor.

Ne var ki Türkiye, artık ne yapsa kendi sorunu kabul edilen bir çevre ülkesi değil; aksine, her konudaki politikası ve tavrı izlenen, özellikle bölgedeki dengeler ve küresel barış için sağlam bir yapıya ve ekonomiye sahip olması beklenen, G-20 ve geçici de olsa BM Güvenlik Konseyi üyesi önemli bir ülke. Nasıl AB süreci, yeni düşük profilli başkanları ile durağan ve içe dönük görünümünü pekiştiren AB ülkeleri için değil de kendi refah ve gelişme yörüngemiz için önemliyse, ekonomideki maliyetli reformları da başkaları için değil, kendi geleceğimiz için yapmak durumundayız…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019