Öncelikli olan KOBİ’ler mi büyük şirketler mi?
Bilindiği gibi, 2 hafta önce, OECD Türkiye raporunu yayınladı. Raporda, bildik klişe ekonomi politikası önerileri dışında, önemli bir ağırlık iş ortamının iyileştirilmesi konusuna ayrılmış.
Raporun önemli tespitlerinden biri Türkiye’de 250 ve üzeri çalışanı olan şirketlerin işgücü verimliliğinin 19 ve altında çalışanı olan şirketlerin (ki toplam istihdamın % 60’ından fazlasını oluşturuyorlar) işgücü verimliliğine oranının 4’ün üzerinde olması. Kısacası, büyük şirketler küçüklere göre çok daha verimli. Bu aynı zamanda OECD ülkeleri arasındaki en yüksek oran. (İlginç bir şekilde, Danimarka’da ise bu oran 1’in altında.) Bu bağlamda, diğer bir saptama da kayıt dışı işsizlik küçük şirketlerde % 70’lere yaklaşırken büyük şirketlerde bu oranın sıfır seviyelerinde olması.
Bu tespitlerden hareketle, OECD ekonomideki toplam verimliliğin artırılabilmesi için gerek KOBİ’lerdeki verimliliğin artırılması, gerekse de büyük ve doğal olarak daha verimli olan şirketlerin ekonomi içindeki hacimlerinin artmasının önemine vurgu yapmakta. İlk konu, aslında bu Hükümet’in de önem verdiği bir konu. Bu konuda da bugüne kadar (ama başarılı, ama başarısız) bazı girişimlerde bulunuldu. Ancak, büyük şirketler konusu ise, Hükümetin bugüne kadar yeteri kadar eğilmediği bir alan. Hatta aksine, büyük şirketlere getirilen vergi ve sosyal yükümlülükler nedeniyle bu şirketlerin büyümesi kösteklenmiş vaziyette. (Son yıllarda imalat sanayinin milli gelir içindeki oranının % 15’e kadar düşmüş olmasının sebeplerinden biri de bu olsa gerek.)
OECD raporu iş ortamı reformu ile ilgili olarak, olmazsa olmaz bazı neo-liberal önerilerde (ürün piyasalarında daha fazla deregülasyon, ticaretin liberalizasyonu, iş kanunlarının esnekleştirilmesi gibi) bulunduktan sonra, büyük şirketlerin desteklenmesi konusunun ise hayati önemde olduğuna ve özellikle 3 alanda politika eylemi gerektirdiğine vurgu yapmış. Bunlar:
1. Özellikle küçük şirketlere haksız avantaj sağlayan yüksek derecedeki kayıt dışılık ortamının ortadan kaldırılması.
2. Kurumlara ilişkin vergi ve diğer yükümlülüklerin oranının vergi planları ve uygulamaları düzeyinde mümkün olduğunca şirket büyüklüğüne göre nötr olması (Bu bağlamda, vergi afl arının da küçük işletmelere avantaj yarattığı muhakkak).
3. Geniş kapsamlı düzenlemelerin OECD’nin “iyi uygulama” prensipleri paralelinde büyük ve modern işletmelere daha yakın bir duruş sergiliyor nitelikte olması. (Mayıs sonunda yürürlüğe giren ‘Ulusal İstihdam Stratejisi’ bu konuda doğru yönde atılmış bir adım olarak görülmekte.)
Şahsen, ben de kalkınma için öncelikli olarak büyük ve verimli işletmelerin desteklenmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. KOBİ’ler ise ancak bu tür büyük şirketlerin çevresinde palazlanır ve gelişirler. Yoksa körü körüne KOBİ’leri desteklemekle belki geçici bir büyüme sağlanır, ama kalıcı bir kalkınma elde edilemez. Ancak, Türkiye’nin kısa sürede kendi KOBİ’lerinden Almanya benzeri bir ‘Mittelstand’ yaratması da çok zor. Mittelstand Alman KOBİ’lerine verilen bir isim. Almanya’da Mittelstand milli hasılanın % 52’sini sağlamakta ve toplam çalışan işgücünün %60’ını istihdam etmekte.
Ama bunlardan daha da önemlisi Mittelstand şirketleri son 2 senede %54 yeni ürün piyasaya sokmuşlar (son derece inovatifl er) ve tam 1307 tanesi bulundukları sektörlerde Dünya lideri pozisyonundalar. (Türkiye’de acaba bu sayı bir elin parmaklarını geçer mi?) “Mittelstand” yaratmak için ise sadece buna yönelik teşvik politikaları değil, kültürel, sosyolojik, demografik, eğitimsel (çok kaliteli meslek okullarının varlığı gibi) bazı etmenlerin de bir bileşkesi gerekiyor. Aklıma gelmişken, 2001 yılında Türkiye’de bir teknopark projesi başlatılmıştı. Bir takım vergisel teşvikler söz konusuydu. Bu teknoparklar acaba zaman içinde hedefl enen katma değeri yaratabildi mi?