Önce kendini bilmek gerek
Tatil ve bayram derken birkaç hafta ayrı kaldık. Dönüşte adet olduğu üzere yine gittiğimiz gördüğümüz yerlerden, turizmden, hizmet sektöründen, tarihi ve turistik varlıklarımızı nasıl değerlendirmemiz gerektiğinden, bu konulardaki eksikliklerimizden filan söz edecektik. Fakat geldiğimizden beri yaşadıklarımız; ülkenin yaşadıkları, dikkatleri ister istemez daha genel, hatta daha yaşamsal sorunlara çekiyor. Aslında, hissettiğimiz rahatsızlık ülkenin genel politik konjonktüründen, hiçbir neden yokken sürüklendiği terör ortamından kaynaklanıyor, ama içine düştüğümüz bu durumun nedenleri turizm, sanayi, inşaat veya herhangi başka bir sektörün yaşadığı krizin nedenlerinden farklı değil. Daha kısa ifade etmek gerekirse, ekonomide yaşadığımız sıkıntıların kaynaklarının politik sıkıntıların kaynaklarından ayrısı gayrısı pek yok.
Merak etmeyin, burada altyapı üstyapı analizleri yaparak canınızı sıkacak değilim. Söylemek istediklerim daha çok ülkedeki zihniyet değişimi veya zihniyet yozlaşmasıyla ilgili. Tabii, bu sıcaklarda Webergil analizlere girişecek de değilim. Değinmek istediğim konu toplum olarak daha önce sahip olduğumuz, ama çok hızlı bir şekilde yitirdiğimiz bazı özellikler. Bunların başında da “Kendini bilmek” geliyor. Hatırlarsınız daha önce “içgörü” kavramından çokça söz etmiştik. Psikolojiden ödünç alınmış, ama günümüz tüketici araştırmalarının en birinci konusu haline gelmiş bir kavram. Yani insanın duyguları ve davranışları arasındaki neden sonuç ilişkisini bilmekten, bunun farkında olmaktan söz ediyoruz. Psikolojideki orijinal anlamıyla kullanırsak, bunu başarabilmek, yani içgörü geliştirebilmek insanın yaşadığı sorunları çözebilmesinin önkoşulu. Üstelik yalnız kişiler için değil, kurumlar için de aynı şey sözkonusu. Bizzat tanık olduğum veya izlediğim ticari başarısızlık hikayelerinin pek çoğu, insanların içgörü sahibi olmamalarından veya geleneksel yolla ifade edecek olursak kendilerini bilmemelerinden geçiyor. Tabii başarı hikayelerinin bir kısmında da kendini bilmenin önemini inkar edemeyiz. Ancak başarı, kendini bilmek dışında bir dizi koşulun daha bir araya gelmesini gerektirirken, kendini bilmemek tek başına ciddi bir başarısızlık nedeni oluşturabiliyor.Yunus’un “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır” dediği gibi, dünyada iyi veya kötü, olumlu veya olumsuz şeyler yapmanın, başarılı veya başarısız olmanın temelinde önce kendini bilmek, kendinin farkında olmak yatıyor. Şimdilerde “kişisel gelişim” diye ticarileştirilen bu temel insani özellik, Yunus’tan Mevlana’dan batının ve doğunun pek çok düşünüründen, efsanelerinden, kutsal kitaplardan bize miras aslında. İster kişi, ister kurum, dediğim gibi pek de fark etmiyor. Kişilerin amacı, varmak istedikleri nokta, aslında her zaman –hadi arada istisnalar olacağını da düşünelim- çoğu zaman olumlu. Yani insanlar iyi bir şey yapmak, iyi bir şey üretmek, başarılı olmak, başkalarına örnek olmak, insanlığa olumlu katkıda bulunmak, iyi bir miras bırakmak istiyor. Ancak bunu başarmak her zaman çok kolay değil. Bir noktadan bir diğerine gider gibi, bunun için de bir yol haritasına ihtiyacınız var. İş dünyasında buna kısaca strateji diyoruz. Stratejinin en kısa tanımı, dış dünyadaki, yani size verili olan koşullarla, kendi yapabilirliklerinizi uyumlu hale getirmek. Bunu başarabildiğinizde, kendi gücünüzle dış dünyada ulaşabileceğiniz en gerçekçi noktayı belirleyip kendinize bir yol çizebiliyorsunuz.
Doğal olarak bunu başarmanın, doğru düzgün, gerçek hayatta geçerliliği olan bir strateji belirleyebilmenin ön koşulu ise elbette önce kendini tanımak, eskilerin deyimiyle kendini bilmek. Zaten dünyadaki ticari veya siyasi pek çok sorun bu “kendinin bilmeme” meselesi yüzünden çıkmıyor mu? Eğer kişi kendini bilmezse ve ulaşmak istediği hedefleri kendi yapabilirliklerine uygun olarak belirlemezse karşısına iki seçenek çıkıyor. Birincisi başarısızlık ve mutsuzluk. İkincisi ise kendini aşan hedeflere ulaşmak için hileye, hurdaya ayak oyunlarına başvurmak. Yani başkalarına kötülük yapmak. Tabii üçüncü bir yol da var. Yaptığı hatanın farkına varıp kendini düzeltmeye çalışmak...
Kurumsal olarak kendini bilmemenin ise kurumun niteliğine ve büyüklüğüne göre değişik sonuçları ortaya çıkabiliyor. Ancak dediğim gibi, kurumsal olarak kendini bilme, içe dönüp kendini ve yapabilirliklerini belirleme meselesi Türkiye'de faaliyet gösteren şirketlerin en zayıf noktalarının başında geliyor. Danışmanlık yaptığım süre boyunca bu şekilde kendine bakmış, bir veya iki şirkete rastlamışımdır. Zaten şirketlerin neredeyse yüzde 90'ının (o da iyimser bir tahminle) işe yarar bir stratejiye sahip olmadan hareket etmesinin en büyük nedeni de bu.
Dediğim gibi, siyasi alanda da durum çok farklı değil. Bu konulara tekrar döneriz...