Önce Japonya şimdi de Çin
Başkan Trump’ın ardı ardına yaptığı hamlelerden sonra ne yapmak istiyor sorusunu ve buna verilen cevapları sık sık duyar olduk. Trump gerçekten ön görülemez hamleler mi yapıyor yoksa bilinçli bir strateji mi izliyor? Ancak bir amatör olarak fikrimi paylaşabilirim. İkinci Dünya Savaşından sonra oluşan finansal düzende ABD’nin mutlak hâkimiyeti tartışılmazdı. Ve bu hâkimiyetin de alametifarikası da elbette rezerv para birimi olan dolardır. ABD’nin liderlik ettiği sistem dışarıdan SSCB’nin tehdidine maruz kalırken içerinden sadece 1 kez net bir şekilde riske maruz kaldı. Burada risk kelimesini sistemin ekonomik anlamda en büyük “oyuncusunun” ABD dışı bir ülke olmasını kast ediyorum. 1980’lerin Japonya’sı. Söz konusu tarihlerde Japonya’nın ABD’yi geçerek dünyanın 1 nolu ekonomisi olması beklentisi çok yaygındı. Aynı zamanda Japon şirketleri ikonik ABD şirket ve gayrı menkullerini satın alıyor ve ABD endüstrisini ürettikleri kaliteli mallarla küçük düşürüyordu. Bu gelişme elbette sadece tek bir dinamikle açıklanamaz. Ancak Japonya’ya bu fırsatı veren dinamiklerden biri de Yen’in Dolar karşısında izlediği yoldu. ABD’nin kurduğu sistem içinde ilk kez bir ülke rezerv para biriminin “zayıf” yanını keşfetmişti. Japonya, tekrar söylüyorum pek çok dinamiğe ek olarak, Yen’i olması gerekenden daha zayıf bir seviyede tutarak büyük bir iç pazarı olan ABD’ye ihracat hamlesine girişti. Ve çok başarılı da oldu. Ancak dönemin ruhuna uygun olarak ABD’nin müdahalesine açık bir ülke olmasından dolayı Plaza ve Louvre Anlaşmaları ile kurlarda “ayarlamalar” gerçekleşti. Özellikle Plaza Anlaşması ile Yen rekabetçi özelliğini kaybetti. Daha sonra da 1989 yılında başlayacak olan kriz Japon ekonomisini bugünkü haline getirdi. 2000 yılından “Dolar” sisteminin bu zayıflığını bir ülke daha keşfetti: Çin! Dünya ticaret örgütüne de dahil edilen Çin Yuan’ı doları baz alarak yönetmeye başladı. Ancak bu kez ABD’nin liderlik ettiği sistemi dışında bir ülke olmasından ve esen rüzgarlar da globalizasyon tarafından geldiğinden uzun bir süre kimsenin bir itirazı olmadı. Ta ki Trump ve ekibi, ABD tarafından kurulan sistemin bir kez daha bir başka ülkeyi zirveye taşıyabileceğini görene kadar.
Aslında bir tespit olarak sorulan sorunun, yani “ABD neden kendi kurduğu sistemi yıkmaya çalışıyor” cevabı da bu gelişme. Başkan Trump “bire bir” kavgada hala en kuvvetli ekonominin lideri olduğunu biliyor. Bu nedenle ABD’nin koyduğu ama uluslararası kabul görmüş kurallar yerine bire bir anlaşmalar yapmayı tercih ediyor. K.Kore ile görüşmekte sakınca görmüyor ancak Çin’den soyutluyor. Iran nükleer anlaşmasından ayrılıyor ancak İran ile bire bir görüşme yapabileceğini açıklıyor. Kısa vadede Çin ekonomisinde tehlike sinyallerinin artmaya başladığını görüyoruz. Bu nedenle gerginliği sürdürmek istemeyeceklerdir. Ancak orta vadede global dengelenme kaçınılmaz bir şekilde devam edecektir.