Önce insan olmak gerek
İzmir’e bir şube müdürü adayı ile görüşmek için gitmiştim. Görüşmemi yaptım. Ancak uçak saatine epey zaman vardı. Havaalanında beklemek yerine otelde kalmayı tercih ettim. Lobide köşedeki bir oturma grubunu seçtim. Dergimi okuyor, zaman zaman da çevreye göz atıyordum.
Lobi birden kalabalıklaştı. Otelde yapılan bir nikah töreni dağılmıştı. İnsanlar şık şık önümden geçiyordu. Bir grup insan da benim bulunduğum oturma grubuna geldiler. “Müsaade eder misiniz?” dediler. Ben de “Estağfurullah; burası hepimizin” dedim; oturdular. Konuşmalardan anladığım kadarı ile bunlar düğünün kız tarafı idi; kızın annesi, babası, dede ve anneanne.
Nikahın son davetlileri de gelip aileye “Hayırlı olsun” diyorlardı. Konuklar bu arada bana da “Hayırlı olsun, Allah mesut etsin” diyorlardı. Ben de itiraz etmeden tebrikleri kabul ediyordum. Aile de gülümseyerek durumu idare ediyordu.
Ailede herkes mutlu idi. Sadece yaşlı dede habire başını sallayıp “Olmadı, bu iş iyi olmadı” diyordu. “Aman baba” diye dedeyi sakinleştiriyorlardı. Bir ara göz göze gelince açıklama ihtiyacı duydular. Anlattılar. Kızın anne ve babası Almanya’da çalışıyorlarmış. Kız gelinlik çağına gelince “Bir gavur bulmasın” diye İzmir’e dönmüşler. Ve kız İzmir’de bir Amerikalı bulmuş. Damat Alman değil ama, Amerikalı olmuştu. Dede bana empati bekleyen gözlerle baktı. Ben de şöyle dedim “Kısmet meselesi. Hayırlı uğurlu olsun. Takmayın kafanıza, Müslümandı, Hıristiyandı, gavurdu diye. Önemli olan, önce insan olması. Kızınızı mesut etmesi.”
Çocukluk yıllarımın Merzifon’u
Çocukluğum Merzifon’da geçti. Komşularımızdan birisinin mahallede şaraphaneleri vardı. Torunlarından birisi benim yaşıtımdı. Yaz tatilini geçirmeye Merzifon’a gelirlerdi. Biz onunla bütün gün şaraphanede cirit atar, üzüm yer, üzüm suyu içerdik. Boş sandıklarla kendimize tanklar yapar, savaşçılık oynardık. Teyzesi her akşamüstü bize yeni pişmiş kurabiye ikram ederdi. Bir kurban bayramında “Neden onlardan et gelmedi?” diye bir soru sormuştum. Babam “Onlar Ermeni. Onlar bizim bayramı kutlamaz” demişti. Ancak o zaman onların din farkı dile getirilmişti. Son derece saygılı, cömert ve sevecen insanlardı. O dönemde bir tek konuda ayırımcılık yapardık. Bir şey tamir edilecekse Ermeni ustaları seçerdik. Çünkü onlar daha bir usta, dürüst ve kanaatkârdı.
Diğer bir komşumuz da Alevi idi. Anne, annemin sınıf arkadaşı idi. Baba, tüccar terzi idi. Çok beyefendi birisi idi. Gören vali sanırdı; ama o dönemin valisi. İki oğulları ve bir kızları vardı. Küçük oğlan benim yaşıtımdı, büyük ise ağabeyimin. Kış geceleri onlarda ortaya gelen zengin ikram tepsisini unutamam. Pestilin, kümenin (cevizli sucuk) ve ayvanın tadı hâlâ damağımdadır. Babamın ilk öğretmenlik görevi bir Alevi köyünde imiş. O köydeki cömertliği, insanlığı anlata anlata bitiremezdi. Hiçbir zaman evimizde “Ama onlar Alevi” lafı geçmezdi. Sadece bir yerde farklı bir cömertlik görüldüğünde “Tabi onlar Alevi” derdi babam.
Neler oluyor bize?
Biz böyle yetiştik. Ülke söyleminde ayırımcılık yoktu. Şimdi kulağımda İlhan Şeşen’in şarkısı: “Neler oluyor bize? Bize neler oluyor?” Nedir bu havadaki ötekileştirici ve bölücü nefret söylemleri; bulunabilir her eksende bölünme tahrikleri?
Din ve mezhep ekseni üstünden yapılan bölücülük ise, ayırımcılığın en utanmazı, en acımasızı. Siyaset, camiden çıkmaz oldu. “İbadet de gizli, kabahat de” diyen sanki bizim atalarımız değil; ibadetler gösterişe dönüştü.
Devletin resmi kuruluşu sadece bir mezhep yanında saf tutuyor; anlamsız ayırımcılık yapıyor; Aleviler hâlâ yok sayılıyor.
Din ve mezhep savaşlarını eloğlu yüzyıllar önce yaşamış ve bitirmiş. Bu yüzyılda yapılacak nice işler varken, din ve mezhep kavgası ilkelliğine bulanmak çok acı.
Çözüm nerede? Siyasetçi, camiden çıkmalıdır; dinin ticaretini terk etmelidir. Din, din tacirlerinin elinden kurtarılmalı, ait olduğu yere, vicdanlara dönmelidir.
Din, mezhep, ırk ayırımı yapmak günahların en büyüğüdür. İnsanı, insan olarak algılamak; önce insan olmak gerek.