Önce ekmekler bozuldu, sonra?
“Niye su katayım ki?”
Yerli bir televizyon kanalının yaptığı bir gezi programını seyrediyorum. İsviçre’nin bir dağ köyünde çekim yapılmış. İneklerin bulunduğu modern ahır geziliyor. Ahırdaki hoparlörlerden klasik müzik yayını yapılıyor. Bizim muhabir soruyor “Karda kışta sütünüzü aşağıdaki peynir fabrikasına nasıl ulaştırıyorsunuz?” İneklerin sahibi büyük bir heyecanla anlatıyor. “Evet, eskiden zordu. Ancak fabrika bir boru hattı döşetti. “ diyor ve boru hattını gösteriyor. “Sütü buradan boşaltıyoruz. Bu da sayaç; aşağıya yolladığımız sütü ölçüyor. Her ay sonunda su sayacını okur gibi okuyorlar. Bize paramızı ödüyorlar.” Bizim muhabir yaratıcı (!) sorusunu patlatıyor: “Peki, ya süte su da katsanız, bu sayaç ayırt edebilir mi?” O sırada kameraman, bu yaratıcı soruya verilecek cevabı kaydetmek üzere kamerasını İsviçreli köylünün suratına odaklamış. Köylünün suratında çok şaşırmış bir ifade var “Niye su katayım ki?” diyor.
Almanya’daki sahtekârlarımız
Almanya’daki yurttaşlarımızın yaratıcılığına (!) ilişkin bir hikaye anlatılırdı. Efendim, rivayete göre bir fabrikada para atılıp sigara alınan bir makina varmış. Makina boşalınca içindeki paralar alınır, yeniden sigara ile doldurulurmuş. Birden makinaya bir şeyler olmuş. Makinadaki sigaralar bir tamam bitiyormuş; ama paralar eksik çıkıyormuş. Makina kaçak açılmış mı diye bakmışlar; hiç bir zorlama izi yokmuş. Tek ip ucu, makinada toplanan paraların ıslak olması imiş. Sonunda fark etmişler ki, bizim yurttaşlar madeni paralar büyüklüğünde buzlar yapmışlar. Para yerine makinaya bu buzları atıyorlarmış ve sigaralarını alıyorlarmış. Onlar makinayı açıncaya kadar suç delili buzlar da eriyor, su haline geçiyormuş. Paraların ıslak olması da bundanmış.
Bu sahtekarlık hikayesi, yurttaşlarımızın zekası ile övünülerek, gururla anlatırdı.
Otobandaki hırsızlarımız
Amerika’da ilk gözüme çarpan şeylerden birisi otoyollar olmuştu. Geniş geniş yollar; gidiş geliş ayrılmıştı; arabalar dizim dizim akıyordu. Türkiye’den mektuplaştığım bir arkadaşıma şöyle yazmıştım. “Hollywood filmlerinde gördüğümüz otoyollar gerçek.” Aradan yıllar geçti, bizim de otoyollarımız oldu. Bizim otoyollarımızda da arabalar dizim dizim akmaya başladı. Evet, akıyor. Ama akış bir tıkanmaya görsün. Bir kısım utanmazlar, eğer kamera, ya da görünürde polis yoksa hemen emniyet şeridine kayarak herkesin önüne geçmeye çalışıyor. O yoldan geçecek ambulans olurmuş, itfaiye aracı olurmuş diye düşünmeden, başkalarının yol hakkını, yaşama hakkını çalmak için utanmadan emniyet şeridine dalıyorlar.
Otoyoldaki bu hırsızlığa çoğu kişi aldırmıyor ve “bu utanmazlar bir gün benim de yaşama hakkımı böyle çalabilir” diye düşünmüyor.
Sonuç
Oktay Akbal’ın “Önce Ekmekler Bozuldu” bir eseri vardır. Demek ki, bugünlere birden gelmedik. Önce ekmekler bozuldu, sonra da başka şeyler. Her an, her yerde, her seviyede bir haksızlık, bir alavere-dalavere, bir kandırmaca, bir yutturmaca ve hırsızlıkla ile karşılaşabiliyoruz. Ve bu bozulma, bu çürüme, sanki ülkedeki güveni yemiş, tüketmiş; maya bozulmuş durumda. Yediğimiz gıdaya, içtiğimiz içeceğe şüpheyle bakıyoruz. Hiçbir kuruma, hiçbir makama eskisi kadar güvenemiyoruz. Şeffaflık kaybolmuş; her yerde sanki bir sis perdesi. Sanki her yere “Karagöz perdesi” kurulmuş; dizim dizim Hacivatlar bize masal okuyor. Aslında çok şaşırmamak gerekir. Çünkü kurumların başındaki kişiler ve çalışanlar da bu toplumdan çıkıyor.
“Şu yaşananlar, bir Batı toplumunda olsa...” diye başlayan ifadelere şaşırıyorum. Çünkü biz öyle bir toplum değiliz. Peki ne zaman öyle bir toplum oluruz? Ne zaman birey düzgün olursa, toplum ve o toplumun kurumları düzgün olur. Örneğin, ne zaman her tür sahtekarlığa ve hırsızlığa, ne kadar ufak olursa olsun, hor gözle bakılırsa; örneğin, ne zaman otobandaki hırsızlığa herkes tavır koyarsa. Kısacası, ne zaman tüm bireyler yanlışlıklara, haksızlıklara, hırsızlıklara yukarda anlattığım İsviçre köylüsü gibi tepki gösteren vicdana sahip olursa.
Bozulan ekmeği düzeltmek için önce mayadan başlamak gerekir. Bireylerin mayasındaki kaybolan vicdanı da yerine koymak pek kolay değil.