Önce dümen başında, kendinden emin bir kaptan pilot görmek gerekir
Amerikan başkanı, İran ile uygar dünya arasında imzalanan nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıkladı. Halbuki o anlaşma, İran’ın, 1979’dan beri içinde saklandığı paralel evrenden aramıza geri dönüşünün yolunu açmıştı. Bu durum Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölgenin istikrarı için iyi olmadı. Ama artık oldu. Vakıa ile kavga olmaz. Hadiseyi serinkanlılıkla değerlendirmek ve ülkemiz için sonuçlar türetmek gerekir. Ne gördüğümü anlatmak isterim. Zira artık çok alametler belirdi. Bütün bu olup bitene bir mana vermek için bana kalırsa yeterli delil birikti. Gelin yapbozu bir araya getirmeye başlayalım.
Lütfen koltuklarınıza oturun ve kemerlerinizi bağlayın
Özellikle, 1 dolar artık 4,35 TL’ye vurduğuna göre, resmin bütününe bakmak çok daha önemli hale geldi. Önce büyük resme bir bakalım istiyorum bugün. Büyük resim biçimlensin ki, Türkiye meselesine ayrıca dönelim. Türbülans uçağı zangır zangır sallarken “İçinde bulunduğumuz hava şartları nedeniyle, geçici bir türbülansa girdik, lütfen yerlerinize oturun ve kemerlerinizi bağlayın .” denir. Peki neden? Dışsal koşullardan kaynaklanan şok, siz kemerinizi bağlamadan uçak koridorunda dolaşıp, sohbet ederken sizi fazladan yaralamasın, ortada içeriden kaynaklanan ek risk unsuru kalmasın diye. Şimdi tam zamanı: “Lütfen koltuklarınıza oturun ve kemerlerinizi bağlayın.” Önce büyük resim, hadi başlayalım.
Amerikalılar garip işler yapıyorlar bu ara
Amerikalılar bu son dönemde garip işler yapıyorlar. Önce Paris İklim Değişikliği Anlaşması’ndan çekildiler. Arada temellerini zorla attıkları Trans Pasifik Yatırım ve Ticaret Anlaşması (TPP)’ndan da çekildiler. Birleşmiş Milletler’in mültecilerle ilgili anlaşmasına da katılmadılar. Ne bileyim? Küresel ölçekte dün inşasına katkı verdikleri ne varsa, bugün imha etmek için atak üstüne atak yapmaya başladılar. Güney ve Kuzey Kore’nin, Çin destekli, itidalli tavrı olmasa, neredeyse bizi nükleer savaşa sokacaklardı. En son bölgemize huzur getirecek İran üzerindeki yaptırımları hafifleterek, İran’ın küresel ekonomiye entegrasyonuna katkı sağlayacak anlaşmadan, tehditler savurarak çekildiler. İran, petrol fiyatlarının seyri ile zaten iş modelini kaybetmişti, şimdi intibak şansını da yok ediyoruz. Kötü. Trump değil, Amerika. Neden?
Çok değil, 2015’te, İran’la nükleer anlaşma imzalanırken, dünya böyle değildi
İran’la nükleer anlaşma 2015 yılı Temmuz’unda imzalandı. 2015 yılından sonra hakikaten, Dünya’ya ve Türkiye’ye bir şeyler oldu. Boşuna takılmıyorum bu 2015 yılına. Hatırlayın, o yıl Türkiye G20 dönem başkanlığını yapıyordu. Dünyanın liderleri o yılın sonunda hep Antalya’daydılar. Kimse bizimle aynı resme girmekten şimdiki gibi çekinmiyordu. Biz de o yıl geleceğe doğru bakarken, pek bir umutluyduk. Daha darbe teşebbüsü dengemizi bozmamıştı. İyi günlerimizdi.
Sonra 2015 yılının Eylül’ü gibi New York’taki Birleşmiş Milletler toplantısında Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (Sustainable Development Goals-- SDGs) kabul edildi. Sürdürülebilirlik kavramı bir nevi yeniden tanımlandı. Dün yalnızca çevre ile bağlantılı olarak düşünülen bu kavram, çevrenin yanı sıra ekonomi, kentsel ve sosyal yaşamdaki tüm kırılganlıkları kapsayacak bir biçimde genişledi. Kalkınma kavramı yalnızca gelişmekte olan ülkeleri ilgilendiren içeriğinden kurtuldu. Her yerdeki kırılganlıklar, sürdürülebilir kalkınma engeli olarak nitelendi. Kalkınma, gelişmiş ülkeleri de içeren bir kavram haline geldi. İyi de oldu.
2015 Kasım ayında Antalya’da yapılan G20 Liderler Zirvesi’ni takiben herkes Aralık’ta Paris’te toplandı ve Paris İklim Değişikliği Anlaşması imzalandı. Olmaz denilen oldu. 2015’te yalnızca İran’la nükleer anlaşma imzalanmadı. Dünya’nın geleceğe iyimser bakmasını sağlayacak bir dizi değişiklik oldu. Peki, küresel gündem yalnızca 3 yıl içinde nasıl böyle kötümsere evrildi? Bu 3 yıl içinde ne oldu?
Yeni teknolojik devrim karbon bazlı olmayan bir büyümenin mümkün olabileceğini gösterdi
2015 yılında yalnızca yukarıda saydığım pozitif gelişmeler olmadı. Alttan alta işleyen başka iyi gelişmeler de vardı. Yeni teknolojik devrim, hepimizin hayatını etkileyecek biçimde, dünyayı dönüştürmeye başladı. 2015 yılında, G20’nin Türkiye ve Çin yıllarında ana tartışma konularından birini de küresel inovasyon gündemi teşkil etti doğrusu. O yıl, hep birlikte iki önemli tespiti yapabilmek mümkün hale geldi.
Birincisi, dünün karbon bazlı büyüme ve üretim sürecinden, karbon bazlı olmayan bir büyüme ve üretim sürecine geçmek, yeni teknolojiler sayesinde mümkün hale geldi. Dün sürdürülebilirlik denince bir tek çevre kirlenmesini anlıyorduk, bugün ise daha geniş bir çerçeveyi anlıyoruz. Dünün teknolojileri ile büyümek demek, çevreyi kirletmek demekti. Çin’in başkenti Beijing’te neden bazen nefes almak mümkün olmuyor? Çin, dünün teknolojileri ile orta gelirli bir ülke haline geldiği için. Dün, Çinlilere ve Hintlilere, sürdürülebilirlik deyince, “ama büyümeden feragat etmemizin bedelini kim karşılayacak” derlerdi. Çin ve Hindistan için dert buradaydı. Bizim zaten bir derdimiz yoktu. Düşünmeyince dert olmaz.
Küresel teknoloji birikimi paylaşmak sürdürülebilir bir dünya için önemli oldu
İkincisi, sürdürülebilir bir dünya gündemi için yapılması gerekenler son derece basit hale geldi. En azından teknik olarak. Yeni teknolojiler sayesinde, sürdürülebilir bir dünya için mevcut teknolojileri paylaşmak yeterli hale geldi. Bir nevi, bir paylaşım ekonomisi adımı daha. Peki nedir bu? Türkiye, Çin, Hindistan gibi ülkelere teknoloji transferi ve bu tür ülkelerde yeni teknolojilerin yaygınlaşması, dünyanın geleceği için önemli oldu. Bu gezegen yok olunca, ortada göç edebileceğimiz bir başka gezegen halen olmadığı için gündem bana sorarsanız doğru noktaya odaklanıverdi.
Bu iki sonuçtan, bir üçüncü sonuç da hemen çıkartayım isterseniz. İklim değişikliği finansmanı tartışmasının, nitelik değiştirmesi gereken bir dönüm noktasına geldik böylece. Yeni teknolojilerin gelişmekte olan ülkelere hızlı transferi için tasarlanacak programların gelişmiş ülkeler tarafından finansmanına odaklanmak gerekiyor artık. Bir win-win hadisesi. Finansmanın odağı belirli hale geldi.
Sonra dünya “statükonun intikamı” dönemine birdenbire giriverdi
Her şey yolunda giderken, nasıl oldu da bugüne geldik peki? Küreselleşme iyiydi, kötü oldu. Yeni halin olası kaybedenleri birden ortalığı karıştırmaya başladılar. 20. yüzyılın kapitalistleri, bu iş bize zararlı demediler elbette. Peki ne dediler? 2015’ten 2018’e birden bize “bak bu robotlar işinizi elinizden alacak” demeye başladılar. Hepimizi sardı bir derin endişe. Özellikle “bir insan, bir oy” çağında doğrusu etkili de oldu bu tür endişeler. Teknolojik gelişme ile serbest ticaret birbirine çok benziyor. Bugün işini kaybedecek olanlar belli ama yarın yeni iş sahibi olacaklar henüz belli değil. Halbuki oyları bugünkü nesiller kullanıyor. Oy bugün kullanılıyorsa, ne olur? Statükonun intikamı dediğim bir nevi bu işte.
Küreselleşme sürecinde dünya aslında hiç kötü olmadı. Türümüzün yaşam beklentisi dünyanın her yerinde inanılmaz bir biçimde arttı. Kadınların doğurganlık oranı her yerde inanılmaz bir hızla düşmeye başladı. Dünyada kıtlıklar azaldı. Teknolojik değişim, dünün kötümserlerini hep haksız çıkardı. Bugünün kötümserleri için de aynısı olacak. Ama toplumsal hayatta değişim süreci hep böyle düzenli değil, karmakarışık. Yapacak bir şey de yok. Aynı Wittgentein’ın yıllar önce dediği gibi. “Tohumu topraktan çekip çıkartamazsın. Ona ısı, ışık ve nem sağlayabilirsin, kendi kendine büyümek zorundadır.”
Türkiye, iş modelini kaybetmiş, geleceği belirsiz ülkelerle çevrilidir Türkiye’nin yegane beka meselesi budur
Karbon bazlı olmayan büyümenin asıl kaybedeni Rusya dahil petrol üreticisi ülkeler elbette. Bütün komşularımız yaşam biçimlerini değiştirmek zorunda kalacaklar bilmem farkında mısınız? Türkiye ve İsrail dışında, bölgemiz tam anlamıyla bir kaybedenler kulübü aslında. Bunun yan etkilerini kendi bahçemizde hissetmememiz mümkün değil. Statükonun intikamı bahsinde, petrol üreticilerine yer vermemek olmaz. Çağımızın en önemli istikrarsızlık kaynağı, iş modelini kaybetmiş, geleceği belirsiz, Rusya dahil bu ülkelerdir bana sorarsanız. Türkiye için önemli olan bu yeni tür tehdidin farkında olmak ve şimdiden tedbir almaya başlamaktır. Bölgenin sanayiye dayalı dönüşümünde Türkiye’nin oynayacağı rolü doğru tanımlamak, Türkiye’nin tek beka sorunudur. Kalanı teferruattır.
Bu arada, ben, Batılıların yerinde olsam, Rus sosyal medya propagandası “robotlar işimizi elimizden alacak” konusuna ne kadar odaklı bir bakardım doğrusu. Endişe varsa, endişeyi körüklemek isteyenler mutlaka olur. Marifet zaten şikayet etmek değil, tehdidi fark edip zamanında izale etmektir.
Doğrusu ben bu gelişmeler hakkında, başlıktaki gibi düşünüyorum. Bazen işte böyle olur. Bazen eski hal sürdürülebilir olmadığını bir türlü anlamak istemez. Direnir de direnir.
Peki, böyle bir ortam da, “lütfen koltuklarınıza oturun ve kemerlerinizi bağlayın” ne manaya gelir? Bu resimden sonra yapılması gerekenlere gelebilirim artık. İlk noktayı söyleyeyim: Yolcular kemerlerini bağladıktan sonra, iş, kaptan pilot ve ekibinin becerisine kalır. Önce neyi görmek isteriz? Her şeyden önce dümenin başında kendinden emin bir kaptan pilot görmek isteriz. Türkiye’nin artık ciddi bir istikrar programına ihtiyacı var. Peki, hareket alanı var mı? Evet. Ciddiyet olduktan sonra mesele yoktur.