Olumsuz eğilimler geri mi dönüyor?
Geçtiğimiz hafta genelinde yaşananlar, bu yılın ikinci çeyrek döneminde riskten kaçınma eğiliminin daha belirleyici olabileceğine işaret ediyor. Bir yandan yüksek petrol fiyatı nedeniyle bozulan beklentiler diğer yandan küresel düzeyde artış eğilimi sergileyen siyasi gerginlik bu süreçte etkili oluyor ve öncelikleri kısmen de olsa değiştiriyor. Bilanço güzelleştirme çabasında geride kalmış olması, olumsuz gerçeklerin daha yoğun bir şekilde hissedilmesine yardım ediyor.
Sonuçta sermaye hareketlerine ve küresel ticaret hacmine ilişkin beklentiler de umulan eğilimi sergileyemiyor. Sermaye piyasaları gerilerken döviz ve emtia piyasalarının nispeten yatay dalgalanmalar sergilemesi, fiyatlanmayan gerçeklerin ikinci çeyrek dönemde kendini hissettirebileceğini düşündürüyor. İçeride ise siyasi irade tarafından açıklanan teşvik paketinin ekonomi ve piyasalar üzerindeki etkisinin ne olacağı konusu ise şimdilik pek tartışılmıyor; fayda yan tesir riskinin sadece iyi niyetle olumlu bir çizgide tutulamayacağını şimdilik bilinmeyen uygulama detaylarının önemli olduğunu unutmamak gerekiyor.
Yakın geleceğe bakarken finansal piyasaların yeni parasal genişlemeler konusuna aşırı hassasiyet gösterdiği biliniyor. ABD Merkez Bankası'nın üçüncü dalga parasal genişleme konusunda söylemde tutukluluk yapmaya başlaması risk taşıyanları çok rahatsız ediyor. İlk çeyrekte parasal genişleme lehine aşırı iyimser beklentilere rağmen mart ayı, tarım dışı istihdamındaki net artışın beklentilerin çok gerisinde kalması ise sıkıntı yaratıyor. Söylemin eyleme dönüşme veya dönüşmeme vadesinin gelmiş olması, her iki ihtimalde de riskten kaçınma eğiliminin tetiklenecek olması piyasaları gerginleştiriyor. Piyasa baskısına boyun eğilse petrol başta olmak üzere emtia fiyatları yükselecek ve enflasyon artacak; tam aksine direnilse durgunluk derinleşirken istikrarsızlık tırmanış yönünde harekete geçecek. Finansal piyasaları yönlendirebilmek için memnun etmek gerekiyor, fakat bu sürçte maliyetler artarken bugünkü taşıma kapasitesinin azalıyor olması söylemlerin eyleme dönüşmesini zora sokuyor...
Benzer bir durum Euro Bölgesi için de geçerli; Avrupa Merkez Bankası gerekli yeterli likiditeyi verdi, fakat aşılamayan güvensizlik nedeniyle umulan hareketler gözlenmiyor, sorunlu ekonomilerin destek karşılığı verdikleri sözleri tutabilme şansı zaman içinde azalıyor; bu durumun devlet tahvillerine yansıyarak görünümü bozması engellenemiyor. Aşılamayan durgunluk ve artış eğilimindeki enflasyon endişesi güven bunalımının önemli bileşenleri olarak dikkat çekiyor. Belli ki likidite ile desteklenen mali sektör risk almakta ve dayanışma sergilemekte istekli değil. Durum böyle olunca sorun büyüyecek ve Avrupa Merkez Bankası'nın doğrudan sorunlu varlıkları almasının maliyeti de hem çok artacak hem de mevcut açmazdan çıkışı kolaylaştırmayacak. Siyasiler ve mali sektör yetkilileri verdikleri sözleri tutamayacaklar söylemler eyleme ve olumlu sonuca dönüşemeyecek, dönüşmesi adına geniş kesimlerin daha fazla fedakarlık talebine göstereceği tepki başka sıkıntıları da devreye sokacak.
Gelişmiş ekonomilerdeki, özetlemeye çalıştığımız tablo güvensizlik yaratıyor, riskten kaçınma eğilimini tetikliyor, sermaye hareketleri ve küresel ticaret hacmini olumsuz yönde etkileyecek gibi görünüyor. Bu tablo gelişmekte olan ekonomiler adına belirsizlik ve kırılganlığı artırabileceği anlamına geliyor. Ülkemizde siyasi irade tarafından teşvik paketini değerlendirirken söz konusu küresel koşulları dikkate almak gerekiyor. Zira dış finansman imkanlarının bozulması, küresel rekabet koşullarının olumsuzlaşması gibi eğilimler teşvik paketinin umulan faydasını azaltan fakat yan tesir maliyetini ağırlaştıran değişkenler olarak evdeki hesabın çarşıya uymasını engelleyebilir.
Ayrıca sormak gerekiyor AKP'nin ilk iktidar döneminde uygulamaya koyduğu teşvik paketinin hem de likiditenin bol olduğu dönemde neden başarılı olamadığının, yenisinin daha olumsuz
koşullarda daha düşük bir olumlu sonuç şansına sahip olduğunu unutmamalıyız. Ayrıca başarılı olmak adına yapılacak zorlama ve aşırılıkların korumacılık lehine ideolojik değişim anlamına geleceği ve tüm değişkenleri etkileyeceğini hesaba katmalıyız. Bu konuda da söylem kulağa hoş geliyor, fakat eyleme dönüşme süreci ile birlikte küresel koşulların da katkısı ile algılamaların değişebileceğini bilmemiz gerekiyor. Sormak gerekiyor bu teşvikler cari açığı, bütçe açığını, döviz kuru ve faizleri farklı vadelerde nasıl etkileyecek? Bölgesel teşvik farklılıkları altıncı bölgeyi mi ihya edecek yoksa birinci ve ikinci bölgeyi tarumar edip göçü terse mi çevirecek? Bu teşvikler Merkez Bankası, BDDK, Hazine gibi kurumların etkinliğini artıracak mı yoksa tam aksine azaltarak kırılganlık artışına katkı mı yapacak?
Aslında hep gerçekleri dikkate alanlar açısından yeni bir durum söz konusu değil, fakat gücünü kurtarmak adına hayal peşinde koşanlar açısından durum değişiyor. Seçenekler hem azalıyor hem de olumsuzlaşıyor; daha az olumlusunu seçmek, geniş kesimlerin farkındalığını azaltarak masallarla uyutmak giderek zorlaşıyor. Dışarısının değişik nedenlerle farkındalığını ve buna bağlı tepkiselliği artıyor; onlara olan bağımlılık nedeniyle içeride steril ortam yaratmak da pek mümkün olmayacak gibi görünüyor.