Ölme enflasyon, biz seni seviyoruz
Bugün 1 Mayıs. Dünyada ve ülkenizde olan bitene ilgi duyan biri olarak yaşamış ve benim gibi belli bir yaşa gelmişseniz 1 Mayıs’ta tatlı ve acı anıların istilasına uğramanız kaçınılmaz. Öğrencilik yıllarımda bir 1 Mayıs günü trenle ilk kez Paris’e gelmiş ve elimde ağır bir bavulla gardan dışarı çıktığımda, üzerimde tek bir Fransız frangı bile bulunmadığını fark etmiştim. Kan ter içinde dolar bozduracak bir döviz bürosu ararken, adım başında yolumu kesen ve bana bir demet müge satmak için ellerinden geleni yapan genç kızlara kayıtsız kalmanın bende yarattığı stresi dün gibi hatırlıyorum.
1 Mayıs’ın “işçi bayramı” olarak kutlandığı günlerin farklı bir önemi vardı benim için ve benim gibi düşünenler için. Bu bayramın kutlanmasına tahammül edemeyenlerin yol açtığı Taksim faciasının acı anısı yıllar sonra hala canlı belleğimde. Bugün belki daha da acı veren şey ise ülkemizde özgür düşünceye tahammülsüzlüğün o günden bu yana azalmamış, tersine artmış olması.
Ama bunları unutup, bu yazının 1 Mayıs günü yayınlanacak olmasından esinlenerek ülkemizde yıllardan beri yaşanmakta olan bir aşk hikayesini anlatacağım bugün size.
Enflasyon nasıl yenildi?
Bloomberg Business Week dergisi enflasyonun ölümünü kapak konusu yaptı 22 Nisan tarihli sayısında. 1970’li yıllarda yaşanan OPEC petrol şoku sonrasında gelişmiş ekonomilerde ve hemen tüm Batı ülkelerinde ciddi bir sorun haline gelen enflasyon söz konusu ülkelerde can çekişiyor şimdi. Küreselleşmenin ve otomasyonun ücretli işçilerin ve sendikaların pazarlık gücünü kırdığı ve eşitsizliği artırdığı bir ortamda enflasyon şu an için sorun olmaktan çıkmış görünüyor. Tersine şimdi sürekli olarak deflasyon tehdidi altında yaşayan gelişmiş ekonomiler enflasyonun biraz olsun başını kaldıracağı günlerin geri gelmesini beklerken biraz da umutsuzluk içinde “Enflasyon öldü mü?” sorusunu sorma ihtiyacını duyuyor.
Dünya Bankası tarafından yeni yayınlanan Inflation in Emerging and Developing Countries (Yükselen ve Gelişmekte olan Ülkelerde Enflasyon) başlıklı kapsamlı rapor, yalnızca gelişmiş ekonomilerde değil, onlarla rekabet halindeki ülkelerin çoğunda da enflasyonun önemli sorun olmaktan çıktığını ortaya koyuyor. Dünyada 1974 yılında %17 olan medyan enflasyonun 2018 yılında %2.5’e düştüğünü gösteren Dünya Bankası raporu kısaca EMDE diye anılan Yükselen Pazar ve Gelişme Yolundaki ekonomilerde de medyan enflasyonun %3.5’e kadar düştüğünü gösteriyor. Bu düşüşte etkili olan faktörler arasında ise küreselleşmenin ve otomasyonun yanı sıra bağımsız merkez bankalarının ve sorumlu maliye politikalarının önemi vurgulanıyor.
Türkiye’nin enflasyon aşkı
Türkiye de 1970’lerden başlayarak yüksek enflasyonun etkisi altına girdi ve bu süreç 2000’li yıllara kadar sürdü. Bunun sonucunda Türk lirasının pul olduğu ve çok sıfırlı banknotların herkesin cebinde dolaştığı, TL. milyoneri olmanın herkese farklı bir tatmin sağladığı dönemler yaşadık. Hala her kesimden pek çok kimsenin her gün milyonlardan ve milyarlardan söz etmeye devam ettiği de bir gerçek. Yatırım projelerini halka anlatırken trilyonlardan ve katrilyonlardan söz eden siyasetçileri de bu arada unutmamak gerekiyor.
Türkiye’nin 2001 krizinden sonra uygulamaya başladığı istikrar programıyla ve başta TCMB olmak üzere ekonomiyle ilgili devlet kurumlarının yapısını güçlendiren reformların da katkısıyla farklı bir yola girdiği dönemde, 2002 sonunda iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi bu fırsatı iyi kullandı ve dünyadaki eğilime ayak uydurarak enflasyonun aşağı çekilmesini sağladı. Paradan sıfırlar atıldı ve TL. değer kazanmaya başladı.
Şimdi gelinen noktada ise, Türkiye gibi Yükselen Pazar ülkelerinde bile medyan enflasyonun %3.5 olduğu bir dünyada Türkiye’nin dün teyit edilen 2019 yılı enflasyon hedefi %14.6, 2020 hedefi %8.2. Şu anda geçerli olan oran %20’nin hemen altında. Türkiye kendi grubundaki ülkelerden bile tamamen ayrışmış durumda, adeta farklı bir dünyada yaşıyoruz.
Bu aşkın faturasını bakalım nasıl ödeyeceğiz.