Olmayacak duaya...

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ [email protected]

Bizim bir çok ata sözümüz vardır. Söz gelimi olmayacak duaya amin denmez denir. Her ne kadar bu sözü “Ne demek efendim? Her duaya amin denir” diyerek tartışmaya açmak isteyenler varsa da demagojinin manası yok. Sözle anlatılmak istenen şey dinle alakalı bir şey değil. Bu ata sözüyle yapılmak istenen öneri sonunun iyi olmayacağı belli veya bir yere varamayacağı açık işlere bel bağlayıp bunlar için kaynak harcamak doğru değildir önerisidir. Hani bir de derler ya ‘yiğitliğin onda dokuzu kaçmak biri hiç görünmemektir’ işte bu sözcük de ne zaman kaçacağını veya hiç görünmeyeceğini bilmek gerekir anlamındadır.

İşletmeler bir anlamda devamlı girişimlerin yapıldığı yerlerdir. Hemen her gün yeni bir girişim vardır. Bu yeni bir yatırım, yeni bir ürün gibi büyücek bir girişim de olabilir, çay ocağına yeni bir kahve makinası almak veya işten birini çıkarmak ve yahut almak gibi, genellikle işletmenin geleceği için çok önemli sayılmayacak bir şey de olabilir. Girişim her ne kadar ‘önemli’ olursa olsun, sonuçları ne kadar kayda değer olsun fark etmez. Basiretli yöneticiler işletmenin hal ve geleceği için ‘yararlı’ projeleri seçen kişiler olmanın yanı sıra, ne zaman havlu atacağını da bilen kişilerdir. Yani basiretli işletmecilerin bir özelliği de hangi duaya amin diyeceklerini; hangi duaya amin demeyi bırakacaklarını bilmeleridir.

Bu belki sizlere aşikarı ifşa gibi geliyor ama, elli küsur yıllık deneyimlerim bana yöneticilerin ‘vaz geçememe’ gibi saplantılarının, yani olmayacak duaya amin demeye devam etme ısrarlarının sanıldığından daha yaygın olduğunu söylüyor. Bunun temel nedeni hepimizin değişik derecelerde olaylara, kişilere, nesnelere objektif değil sübjektif yaklaşma hastalığından mustarip olmamızdır. En tarafsız bilinen kişi bile aslında taraflıdır ve etrafına sanıldığı kadar objektif bakmaz, bakamaz. Bu insan naturasının bir özelliğidir.

Bu tarafgir (1) bakışlardan birinin sonucu ‘hatada ısrar’, ‘olmayacak duaya amin demede devam’ gibi sonuçlar doğurur ki bu tür saplantılardan örgütler, örgüt elemanları ve saplantı sahibi yönetici eninde sonunda zarar görürler. İşletmelerin bir yere gitmeyeceği belli irili ufaklı projelerde ısrar etmeleri buna bir örnektir. Bir girişime ne zaman ‘yeter’ der vaz geçersiniz. Bu sanıldığından da nadir bir olaydır.

1980’li yıllarda büyücek bir holdingin genel koordinatörlüğünü yapıyordum. Holdingin bünyesinde on-bir işletme vardı. Ben genel koordinatör olduğum sene patron, ki holdingin hisselerinin neredeyse tamamının sahibiydi (yani holding bir patron şirketiydi), bir balıkçılık merakına kapıldı. Üç tarafı denizlerle çevrili bir büyük yarımada olan ülkemiz için bundan doğal ne olabilirdi? Kaldı ki balık gıda demekti, gıda pazarı ölmezdi, falan filan. Patronun etrafını hemen ‘uzmanlar’ ve ‘bilir insanlar!’ sardı bir hazırlık başladı. Yapılabilirlik etütleri ısmarlandı, planlar projeler yapıldı. Soracaksınız “Efendi sen genel koordinatör müsün imbikçi başı mısın?” diye “Sen bu konuda ne diyorsun?” Ne diyeceğim “Etmeyin, tutmayın” dedim. Neden mi? Biz inşaat şirketiydik, inşaat şirketlerinin işleri öyle iyi de değildi, balıkçılık işinden hiç anlamazdık, bu iş için gerekli sanayi gemisi alacak ve tesis kuracak kendi paramız yoktu banka kredisi kullanacaktık, vs. Sizin anlayacağınız her türlü nedenden bu iş beni hiç sarmamıştı. Patron yönetim kurulunda ikna edici bir konuşma yaptı. Ben de cevaben ve anlaşılan ikna edici olmayan başka bir konuşma yaptım. Sonuçta konu orta yerde tatlıya bağlandı. “Yatırımı yapmaya karar vermeyelim de bir inceleyelim sonra karar veririz” dendi. Tahmin edebileceğiniz gibi bu yatırım yapıldı ve iki yıl işletmenin kaynaklarını emdikten sonra da battı.

Bu örneğin gördüğünüz duyduğunuz tek örnek olduğunu sanmıyorum. Peki neden sonunun iyi olmayacağı hemen hemen belli bir işe girişildi ve bunda iki yıl gibi uzun bir süre ısrar edildi? Neden patron ve hatta bazı diğer yönetim kurulu üyeleri bu meseleye objektif bakamadılar? İki nedeni var: Birincisi başarılı yöneticilerin meselelere objektif bakmak yerine, ki bizim patron yukarıda Allah var başarılıydı, “Ben hata yapmam” veya “Kendime çuvalladı dedirtmem” şeklindeki kibir ve gururla yaklaşması. Bunu patrona söyledim. “Gel etme bunu bir kibir meselesi yapma” dedim bana kızdı “Benim param” dedi. O sıralar bayağı gencim. Bu laf çok canımı sıktı. O gün bugün lafımı dinlemeyen amirlerime onlar konuşmadan “Yetki” veya “Para senin. Ben fikrimi söyledim ister dinle ister dinleme” demeyi adet haline getirmişimdir. Bu sübjektif bakışın altında bir de ‘batık maliyet’ mazereti vardır. Öyle ya bir projeye girişmişiniz, maddi manevi harcamalar yapmışınız. Şimdi kalkıp “Bu iş olmayacak. Vaz geçiyoruz” nasıl dersiniz. Bu olmayacak duaya amin demeye devam örneği ve mazeretidir. Patron da aynen öyle dedi. Aradan neredeyse kırk sene geçti. Hemen hemen aynı örneği bir kere daha gördüm. Bir yakın arkadaşım ciddi zarar eden bir işletmesine bir bakmamı istedi. Baktım. “Bu işletmenin çıkarı yok tasfiye et” diye tavsiyede bulundum. Hatta kırk sene önceki olayı hatırlayıp “Kendime çuvalladı dedirtmem” diye düşünme de dedim. Öyle düşündü. İşletmenin çıkarı yoktu ve çıkamadı.

Malum İngilizce post-mortem ölümden sonra demek. Otopsi yerine de kullanılır. Bir de pre-mortem vardır. Yani ölümden önce. İşin sırrı hangi duaya amin denileceğine iyi karar vermek. Yani daha baştan olacak konuda dua seçmek. Peki bunca akil adam, hadi olmayacak duaya ısrarı anladık ama dua seçiminde nasıl bu kadar hata yapıyor? Bunun nedenlerinden başta geleni de aynı “Ben hata yapmam” kibri. Ama bir diğeri de etraflarına bir referans gurubu kurmamaları.
Yıllar önce bir Türkiye ziyaretimde şimdi rahmetli olan ünlü bir tiyatro sanatçısı dostumu ziyarete gittim. O sıralar reklam ve sinema filmi gelirlerinden çok para kazanıyordu. Teşvikiye’de bir villayı ofise çevirmiş hem kendi sanatsal çalışmalarını düzenliyor hem de yeni fırsatlar arıyordu. Ben de hem ABD’de öğretim üyeliği yapıyordum hem de kenarından köşesinden sonraları tam zamanlı işim olacak uluslararası eğitim programlarına bulaşıyordum. Hoş beşten sonra kapı çaldı. Bir randevusu varmış. Bana “Kal. Dinle” dedi. Olur dedim.

İki bey geldiler. “Yatçılık” dedi bey. Gelecek yatçılıktaydı. Türkiye yat turizmi konusunda Akdeniz ülkeleri arasında gerilerdeydi. Halbuki ilerde olsa üf! Bir anlattı parası ve aklı olan hemen yat turizmine yatırır. Adamın ağzından bal akıyor. Rakamlar uçuşuyor. Bir koy on-beş al. Bir yapılabilirlik etüdü hazırlandıktan sonra yeniden görüşmek ümidiyle vedalaşıldı. Tam bunun heyecanı üzerimizdeyken öbür randevu geldi. Ben hala oturuyorum.

Gelen bir bey ve tanınmış bir işletmeci hanım. “Film stüdyosu” dediler. Türkiye’de sinema ve özellikle TV dizileri çekimleri arttıkça artıyordu. Tahminler bu artışın hızlanarak devam edeceği yönündeydi. Zavallı film prodüktörleri eserlerini üretmek için stüdyo bulamıyorlar, sağda solda mekan ve teknik servis dilenciliği yapıyorlardı. Halbuki bir stüdyo olsa herkes koşuşturur gelir, stüdyo para basardı. Bir anlattılar aklı olan herkes cebindeki bir kaç lirayı çıkarıp verir. Stüdyo işine soyunur. Onlar da gittiler. Sanatçı dostum bana “Osman görüyorsun. Çok fırsatlar var. Ben bunların hepsine yetişemem. Bırak bu uluslararası işleri. Gel memlekete şu işlerin başına geç. Sen de kurtul para kazan ben de rahat edeyim” dedi. Ben de “Olur” dedim “Ama bir şartım var. Eğer gelir de işlerin başına geçersem yatırımların sıklığını haftada bire düşüreceğiz. Ben günde iki yatırımla baş edemem”.

Sizin anlayacağınız olmayacak duanın satıcısı boldur. Maalesef bunların bazıları iyi niyetlilerse de çoğu değildir. Bunun da çaresi var. Eğer yöneticiyseniz etrafınızda dışarıdan ama düzenli bir referans gurubu bulundurun. Bunlar sizin işinizden menfaati olmayan, gelecekteki işlerinizden çıkarı olmayacak ve deneyimli kişiler olsunlar. Dua seçmeden sorun kardeşim. Ama mutlaka sorun. Amin demek sizin yetkinizde. Fikir almakla incileriniz dökülmez, karizmanız çizilmez. Sordunuz, duayı seçtiniz, amin dediniz ama baktınız olmuyor, olamıyor. Hemen bırakın kardeşim. Bakın bir de ‘hatanın neresinden dönerseniz kardır’ derler. Vaz geçin. İsterseniz dönüp referans gurubunuza hakaretler yağdırın ve sonra gidip bir yerde hep beraber efkar dağıtın.
Ve de sağlıcakla kalın.

---
(1) Bu tabiri İngilizce ‘bias’ kelimesinin tercümesi olarak kullanıyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Bayram 21 Ağustos 2019