Olimpiyatı çok istiyoruz, ama...
Pazarlama üzerine yazarken çoğu zaman kendi deneyimlerimizden, okuduklarımızdan, pazarlama uzmanlarının görüşlerinden yola çıkıp değişik fikirleri harmanlayarak bazı işe yarar sonuçlar çıkarmaya çalışıyoruz. Tabii öğrencilerin dediği gibi “hep teori, hep teori” olmasın diye fırsat bulduğumuz ölçüde olaylar, pratikler üzerine de konuşuyoruz. Küçük veya büyük şirketler için isim vermeden veya vererek yaptığımız olay incelemeleri yanında, kamu kesiminin yani hükümetin, belediyelerin veya başka kamu kuruluşlarının uygulamalarıyla ilgili de sonuçlar çıkartmayı ve bu sonuçların şirketler açısından ne anlama geldiğini analiz ediyoruz.
İşte, geçtiğimiz hafta sonuçlanan 2020 İstanbul Olimpiyatları çalışması da böyle bir örnek olay ve içinde herkes için pek çok ders barındırıyor.
Olimpiyat kenti seçimini bir tür “hizmet ihalesi” gibi incelemek sanırım amacımız açısından daha yararlı olacaktır. Nedir hizmet ihalesi? Karşınızda bir şirket var, bir spor organizasyonu düzenleyecek ve bu organizasyon için en uygun şirketi seçmek amacıyla bir ihale düzenlemiş.
İstanbul'u, Tokyo'yu ve Madrid'i belediyeler ve hükümetler yönetiminde şirketler olarak düşünün. Bu şirketler ihale komitesini ikna ederek bu spor organizasyonu işini, yeme içme, konaklama, gezme, eğlenme ve spor aktivitelerinin gerçekleştirilmesi dahil, tabiri caizse anahtar teslim üstlenmek istiyorlar. Bunun için de “en ucuz fiyatı vermeniz” değil, ihale komitesini bu işi en mükemmel şekilde yapabileceğinize ikna etmeniz gerekiyor.
Olimpiyatları İstanbul'a getirme konusunda pek çok kişinin iyi niyetle çalıştığına elbette hiç kuşku yok. Ancak iyi niyet “iyi bir şey” olmakla birlikte, tüm sorunları çözen, olmazı olur yapan sihirli bir değnek de değil.
Şimdi siz kendinizi seçici komitenin yerine koyun. Karşınıza gelenlerden birincisi Japon. “Benim altyapım var, param var, para bulacak itibarım ve istikrarım var, elemanım da var. Ortaya çıkmış bazı teknik sorunlar için de şu kadar kaynak ayırıyorum, organizasyon tarihine kadar da bu sorunları çözeceğim” diyor. Katılımcılardan ikincisi İspanyol. Aslında bu arkadaşın verdiğiniz işi almaya pek de gönlü yok. “Benim bu işe ayıracak kaynağım da yok, bu işi yapacak insanların bu işte gönlü de yok, bu işi biz yapmasak olmaz mı?” diyor. Eh tabii bu gönülsüzlük karşısında diyecek pek az şey kalıyor. İhalenin üçüncü yarışmacısı ise Türk. Geliyor karşınıza. “Biz bu işi yapmayı çok istiyoruz” diyor ve devam ediyor; “Altyapımız biraz eksik biliyoruz, ama ihaleyi alınca para bulup tamamlayacağız. Zaten bizim arkadaşlar inşaat işinden çok iyi anlar, hepsini çözeriz merak etmeyin” diyor.
Siz de soruyorsunuz; “Parayı nereden bulacaksınız, bu kadar sürede sağlıklı bir planı ortaya koyup iddia ettiğiniz böyle büyük bir dönüşümü nasıl yapacaksınız?” Karşınızdaki cevap veriyor; “Biz bu işe çok istekliyiz, çok hırslıyız, işi de biliyoruz. Siz ihaleyi verin, para işi de zaman işi de kolay. En güzelinden yaparız yetiştiririz. Zaten bizim mekan çok güzel, içinden deniz geçiyor, köprüsü var, süper bir yer. Görseniz bayılırsınız, siz yeter ki şu işi bize verin.”
Şimdi derin bir nefes alın ve böylesi bir sorumluluk sizin sırtınızda olsa bu kadar önemli bir ihaleyi kime vereceğinizi bir düşünün...
Siz düşünürken ben birkaç şey daha ekleyeyim. YouTube'a girin ve İstanbul için hazırlanan olimpiyat filmini izleyin. Ardından da “Tokyo 2020 Final presentation” yazın ve Tokyo için hazırlanan filmi bir izleyin. İki film arasındaki fark, iki ülke arasında olimpiyatlara temel yaklaşım farkını çok iyi anlatıyor...
Her zaman dediğimiz gibi, bir işi yaparken amacınız para kazanmak olmamalı. Amaç yapılan işi en mükemmel şekilde yapmak ve en yüksek katma değeri yaratmak olmalıdır. Kâr ve para zaten bu yolla elde edilebilir. İkinci olarak, yaptığınız işe ruh katmazsanız kimse sizi benzerlerinizden ayırt edemez. İşin ruhunu kavramanız ve o ruhu daha da geliştirmeniz gerekir.
Kabul edelim ki, İstanbul'un ulaşım da dahil ciddi altyapı sorunları var. Siz bu sorunları raylı sisteme yapacağınız eklemelerle bir yandan çözmeye çalışırken bir yandan da üçüncü köprü, üçüncü çevreyolu, üçüncü havaalanı gibi projelerle daha da karmaşıklaştırmaya çalışıyorsunuz. Kent merkezinizdeki hastane okul gibi hizmetleri merkez dışına kaydırıp yeni rant alanlarıyla birlikte daha çözümsüz sorunlar yaratıyorsunuz. Kent merkezinizdeki yeşil alanları yok edip iş merkezi haline dönüştürüyorsunuz.
Ve ayrıca ülkenizi de “rant olmadan kalkınma olmaz” diyen bakanlarla yönetiyorsunuz.
Kısaca özetlemek gerekirse, olimpiyat kenti olmak için o ruhu nasıl kavradığınızı ve ona neler katacağınızı ortaya koymanız, anlatmanız gerekir. Kaç kilometre yol, kaç kilometre metro, kaç metrekare inşaat yapacağınızı değil.
Bu arada; az önceki ihaleyle ilgili kararınızı verdiniz mi?..