Ölçelim ama!
Geçtiğimiz hafta sizlerle hemen hemen tüm işletmecilik literatürünü kapsayan Toylorist ve Mayoist görüşler hakkında söyleşmiştim. Yazdıklarımı biliyor muydunuz veya inandınız mı, bilemem. İnanmadıysanız işletmecilik yazınının, yarattığı tantana altında saklanan yeni eski hemen tüm kerameti kendinden menkul fikirlerini, bu iki görüş arasında bir yere oturtup oturtamayacağınız konusunda bir düşünün. Göreceksiniz. Taylor ve Mayo’dan bu yana öyle yeri yerinden oynatacak yeni bir şey yok.
Ancak! İtiraf ediyorum. Bir zamanlar ben de azılı bir Tayloristtim. ODTÜ Matematik Bölümü'nden yöneylem araştırması yüksek lisansını almışım. ODTÜ Matematik Bölümü deyip geçmeyin. Öyle diploma dağıtmıyor. Rahmetli büyük matematikçi Cahit Arf Hoca’nın şakası yok. Neyse, hani derler ya ölçmenin gözünü çıkartmışız. Bir ölçemediğimiz ölçerken ölçüyü kaçırıp kaçırmadığımız. Her şeyin ölçülebileceğine inancımız ve bunu bizim yapabileceğimize güvenimiz tam. Sizin anlayacağınız her bir şeyin ölçülemeyeceğini ve hatta ölçülmemesi gerektiğini (bu konuya daha ileride değineceğim) gerçeğini bir tarafa bırakmışız. O zamanlar cahiliz bilmiyorduk yoksa ‘Her şey ölçülmez’ diyenleri Kanterist (Harvard Üniversitesinden Moss Kanter) ve Mayoistlikle (gençler bilmeyebilir bir zamanların bir yetkilisi! Solculara saldırırken bunlar Marksist, Leninist ve hatta Maoist diyerek engin! ekonomi politik bilgisini ortaya koymuştu) itham edeceğiz. Küçümsemeyin o zamanlar böyle bilgisayarlar, yazılımlar yok. Facit makineleriyle, kol çevirerek ter döküyoruz. Neyse gel zaman git zaman; zaman zaman saçmalama, zaman zaman çuvallama ve çoğu zaman araştırmadan sonra hidayete erdim zahir. Anladım ki ‘kandırılmışız!’ Bizi kandıranlar matematikçiler değil, işletmecilik yazarları. Yaratıcı başlıklar altına gizledikleri Taylorist veya Mayoist düşünceleri allaya pullaya, büyük reklam ve propaganda desteği ile sanki yeni düşüncelermiş gibi anlatmışlar.
Neyse gelelim, hangi etkileyici başlık altında sunulursa sunulsun sonuçta Taylorist bir uygulama olan ölçme meselesine. Başlangıçta muhasebe (maliyet muhasebesi büyük çapta dahil) ölçümlerine özel bir yer ayıralım. Bilirsiniz bir şirketin alacağının, borcunun, varlığının ölçülmesi neredeyse uluslararası konsensüs ile yüzlerce senede oluşmuş bir sistemdir. Ülkelerarası bazı varyasyonlar göstermekle beraber, bu ölçümlerin yapılması her ülkede yasal bir zorunluluktur. Uluslararası konsensüs vardır ama kurallara uyum konusunda her ülkenin aynı titizliği gösterdiğini söyleyemeyiz. Filipinler'de yaşadığım yıllarda katıldığım bir konferansta kâr-zarar tabloları analizleri konusunda yeni teknikler anlatacağı söylenen konuşmacıya bir iş adamı ‘Bizde her şirkette beş defter tutulur. Biri patrona, biri ortaklara, biri bankalara, biri devlete. Bu ince analizleri hangi deftere uygulayalım?’ diye sormuş ve gülüşmelere neden olmuştu. Konuşmacı ‘Beşinci defter kime?’ diye sorunca iş adamı ‘O da evde hanıma’ demişti. Şaka bir tarafa bu muhasebe ölçümlerinin neyi ne kadar doğru gösterdiği ayrı bir konudur. İleride değiniriz.
Şimdi şu performans ölçülerine bir bakalım. Geçen haftaki yazımı beğenen bir okur ‘Bugün uygulanan işletme yönetim uygulamalarının Taylorist olmakla birlikte gayet insan merkezli gibi durmaları kesilecek ineğe verilen süt veya dinletilen müzik gibi bir şey’ diyerek Japonya’da dünyanın en pahalı sığır etini bu yöntemlerle satan firmadan esinlenerek ‘Beni en çok üzen, bir çalışan olarak bana değer veren sistemin aslında gerçekten bana değil, benim daha iyi olmam, daha iyi hissetmem sebebi ile sağlayacağım üretim artışına karşı hisleri (!) olduğunu bilmek’ diye bağlamış. Okurum kendini iyi hisseden elemanların daha üretken olduklarını sanıyorsa yanılıyor. Bu hiçbir zaman kanıtlanmamıştır. Ama daha çok üreteceğim ümidiyle benim iyi hissetmemi sağlamaya çalışıyorlar yoksa beni umursadıkları yok demeğe getiriyorsa biraz haklı (neden biraz dediğimi daha ilerdeki yazılarda açıklayacağım.) Bu önemli. İşletmecilik insanla uğraşan bir çalışma sahasıdır. Seri üretimin beybabası sayılan Ford ‘İşe her adam alışımda maalesef bir kafayla geliyor’ diyerek okurumun ne demek istediğini pek güzel söylemiş. Ford gövde istiyordu. Ford için hayıflanılacak şey insanların gövdeleri üzerlerinde kafa taşımaları. Ölçülemeyen şey bu. İnsanlar yorum yaparlar. ‘Yönetimin’ neyi niye yaptığını anlarlar, anlamasalar bile yorumlarlar, bu da yetmez anlatırlar, dedikodu yaparlar. İnsan performansının ölçülmesi hassas iştir. Başlı başına bir çalışma sahasıdır. Yönetici olunca insan performansını ölçmeye hakkınız oluşur. Bunu insan performansını ölçme becerileriyle karıştırmamak gerekir. Ne yazık ki örgüt yöneticilerinin yaptığı en yaygın hata yetkiyi beceri sanmalarıdır. Neyi nasıl ölçeceğinizi ve neden ölçtüğünüzü iyi tanımlamak zorundasınız. Bu da o kadar kolay değil. Bu konuyu da ileride işleriz.
İnsan performansının ölçülmesinin en önemli yan etkilerinden biri insanların uyum becerileriyle ilgilidir. Evrim teorisyenleri en güçlünün, en akıllının değil en uyumlunun yaşayacağını söylerler. İnsanoğlu uyum becerisini göstermiş ki yaşıyor. Yaşasa iyi, doğanın denetimini ele almaya kalkıyor. Performans ölçüm sistemlerinin ilk sonucu çalışanların performansın artmasına değil sistemi nasıl kullanacaklarını anlamaya yoğunlaşmasıdır. Sonunda şirket performans arttıracağım derken rakamları manipüle etmeye çalışan insanlar topluluğu haline gelir. Kaldı ki ölçülmek, denetlenmek isteyenler şirketlere girmez gönül ilişkilerine girerler. Ben neredeyse evlilikte ellinci yılımı doldurdum. Bilirim.
Son olarak bir şey daha söylemek gerekiyor. Bu ölçüm sistemleri bedava değillerdir. Birileri (büyük olasılık bir bilgiç danışman) bu sistemi geliştirecek, birileri uygulayacak, birileri ölçümleri toplayacak, sıralayacak, özetleyecek, birileri de bu özetlere göre karar verecek. Zam verecek, terfi ettirecek, işten çıkaracak, prim kesecek. Bunların maliyetleri ve beklenmeyen sonuçlarını düşünmek gerekir. Şirketin kıt kaynaklarını harcarken dikkat etmek gerekemez mi?
Sağlıcakla kalın.