Olağanüstü bir devrim öyküsü: New Orleans'lı Laz Mustafa

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR [email protected]

Bu hafta size birinci dereceden tanığından dinlediğim çok ilginç bir hikayeyi anlatacağım. Arkadaşım aslen mimar, yaptığı iş ise fuarlarda stant düzenlemek, özellikle uluslararası vit/fayans fuarlarının aranan simalarından biri. Sohbetimiz, bizim toprağın insanının ister Avrupa olsun, ister Amerika, olağanüstü yaratıcı zekası ve adaptasyon yeteneği üzerine kurulmuştu. Pek çok hikayeyi karşılıklı paylaştık; ancak söz New Orleans'lı Mustafa'ya gelince, öykü öykü olmaktan çıktı, bir efsaneye dönüştü, bakalım beğenecek misiniz?

Mimar dostumun yolu bir seferinde yine bir uluslaraarsı seramik fuarı nedeniyle New Orleans'a düşer. Kalkar İstanbul'dan bir ekip olarak Amerika'ya giderler. New Orleans malum sıcak, sabahtan akşama çalışırlar ve standı kurarlar. Dostum arkadaşlarının özverisinin altında kalmak istemez, "Dileyin benden ne dilerseniz?" diye sorar. Arkadaşları da "Çay istiyoruz" derler, "Şöyle demli bir bizim usul çay". New Orleans'ta ne isterseniz var, ama demlenmiş çay bulmak olasılık dışı. Arkadaşım iner otelin lobisine, orada bırakılmış olan tanıtım broşürlerine bakar. Bakar, bakar, mümkün değil, derken gözüne bir tanesi takılır kalır: "Midnight Express Bar". Bizleri kötülemenin kült filmi olan Geceyarısı Ekspresi'ne atfen açıldığı su götürmeyen bir mekan, arkadaşlarına döner, "Tamam" der, "Sizi bir yere götüreceğim, ama burası olsa olsa bir Yunanlı'ya falan aittir, bize yakın bir demleme çayı olsa olsa orada bulunur. Sakın Türkiye'den geldiğinizi belli etmeyeceksiniz, kavga çıkarmanın alemi yok".

Sora sora barı bulurlar. Bir de ne görsünler, barın tabelası uzaktan bile kolaylıkla seçilecek "Rize Çayı" ambalajlarıyla süslenmiş. Elbette bunun sıra dışı bir durum olduğunu anlarlar, ama seslerini çıkarmazlar. Girerler, içerisi buram buram kara lahana çorbası kokmaktadır. Arkadaşım, onların meraklı meraklı içeri girdiklerini görüp yanlarına gelen orta boylu, sarışın, çok yakışıklı ve düzgün kıyafetli kişiye, her şeyi göze alıp sorar: "Türk müsün?" Sarışın adam önce bir süre duruma adapte olmaya çalışır ve derken o muhteşem yanıt gelir: "Ne içun soraysun?"

Sarışın adamın adı New Orleans'lı Mustafa'dır. 1980 öncesinin devrimci Laz Mustafa'sı. Düşününüz ki "hem Laz, hem devrimci", döneklerden değil. Bakar ki Türkiye'de kendi ilkelerine uygun yaşamak olanaksız, atlar bir gemiye, Amerika'nın yolunu tutar. İngilizce yok, nüfus cüzdanı yok, pasaport elbette yok, ama tanımlanamayacak olağanüstü bir yürek var. Gemi gider gider, sonunda Arjantin'e varır. Laz Mustafa bakar, burası hiç de anlatılan Amerika'ya benzemiyor. "Burası Arjantin" derler, "Burada inersen, bir şekilde Amerika'ya geçersin". Mustafa duruma kanmaz, aynı gemiyle gerisin geriye İstanbul'a döner, Amerika'ya gidecek başka bir gemi bulur. Okyanusu üçüncü kere geçer, ama gemi yine hayali olan New York'a varmaz, New Orleans açıklarından geçerken, Amerika'ya geldiğini anlayan Mustafa, üç arkadaşıyla birlikte açıkta atlar, başlarlar kıyıya yüzmeye. Mississippi'nin ağzında oynaşan timsahlara rağmen kıyıya ulaşmayı başarır. Çoğunluk siyahi, Mustafa sarışın, çat pat dili konuşmayı öğrenir ve Midnight Express Bar'ın fedai aradığını öğrenir. Bar o sırada bir siyahi tarafından işletilmektedir. Çalar kapısını, sahibi onun ufak tefek yapısına bakıp da "Senden fedai olmaz" deyince, seçtiği üç iri kıyım kişiyi orada hallediverir. Bakarlar adam göründüğü gibi değil, Mustafa işi alır. Çok çalışmakta, az uyumaktadır. Sonunda o kadar çok çalışır ki, bar el değiştirir, yanında çalıştığı adamı Mustafa yanına alır.

Arkadaşım anlatıyor, sohbetin burasına varınca artık dükkanın arkasından bazlamalar, dolmalar gelmeye başlar, üstelik Amerika'da bulunamayacak cinsinden, bizim Karadeniz usulü. Mustafa dediğim gibi Laz bir devrimcidir. Durumu düzelttikçe başlar Türkiye'den hısım akrabalarını da yanına aldırtmaya. Son haliyle iki otel dört bar, hepsi Mustafa'dan sorulur. Ve der ki arkadaşıma, "Fuarda başınız sıkışırsa New Orleans'lı Mustafa deyin, çözülür, belediye başkanı kayınbiraderimdir". "Nasıl yani?" der arkadaşım. Durumunu düzelten Mustafa kız kardeşini de yanına aldırmıştır. Derken yeni bir mekanının açılışına belediye başkanını davet eder. Kardeşi çok güzeldir, "ilk görüşte aşk" gerçekleşir. Lakin Mustafa "Böyle olmaz" der, "Usulünce gelip isteyeceksiniz". Belediye başkanı toplar ailesini, Karadeniz'e gelinir. Kız istenir, verilir, düğün New Orleans'ta... Devrimci Laz Mustafa New Orleans'ı ele geçirmiştir. Dedim ya, hem Laz, hem devrimci, kim durabilir karşısında. Sarışırlar, ayrılırlar. Dışarıda kocaman kocaman özel plakalı Amerikan arabaları, "Devrim1, Devrim2"…

İşte size olağanüstü bir hikaye, umarım keyif almışsınızdır. Arkadaşım şahidim, en az yüzde doksanı doğru. Lafımın bir bölümü elbette sonradan dönen devrimci bozmalarına, New Orleans'lı Mustafa bilmem onlara ne ifade eder. Ve beraberinde size iki samimi sorum olacak; daha binlerce Laz Mustafa olduğunu çok iyi bilen Avrupa, bizi almaktan korkmakta haksız mıdır? İkincisi, New Orleans'lı Mustafa'nın çocuğu ya da torununun ABD Başkanı olması sizce kaç yıl alır?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar