Olaf Scholz
Geçen hafta Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un, Foreign Affairs dergisinde yayınlanan açıklamaları kanaatimce bir manifesto niteliğindeydi. Almanya’nın ve Avrupa’nın geleceğine dair yaptığı tespitler ve bunlara dair Almanya’nın tavrını açıkladığı bu makale aslında gözlerden kaçan ancak, dünyanın belki de gelecek 100 senesini şekillendirecek bir dış politika sinyaliydi.
Almanya çok eski bir devlet değil, aslında bugünkü haliyle 1800’lerin ortalarında kurulmaya başlanan bir devlet. Prusya’nın ünlü siyaset adamı Otto von Bismarck’ın büyük girişimleri ile Prusya Kralı Friedrich sonrası yerine gelen, önce Prusya Kralı daha sonra ise ilk Alman İmparatoru olan Wilhelm’i etkileyerek sağladığı Alman Birliği ve mimarı olduğu Alman İmparatorluğu, sanayi başta olmak üzere sosyal ve ekonomik anlamda büyük bir dünya gücü oldu.
Bu devlet I. ve II. Dünya Savaşı’nın en önemli tarafı olarak, dünya siyasetinin 19’uncu ve 20’nci yüzyıllarda şekillenmesine sebep oldu. Bu büyük ülke I. Dünya Savaşı’ndan sonra mağlubiyet almasına rağmen, 20 yıl gibi kısa bir sürede Bismarck’ın kurduğu temeller üzerinden yeniden güçlenip ikinci dünya harbinin en büyük gücü oldu. Bir mağlubiyet daha almasına rağmen yeniden gücünü toplayarak kendisini Avrupa Birliği’nin bugünkü ekonomik devi haline getirdi. II. Cihan Harbi sonrası silahsızlanan, askeri harcamalarını azaltan Almanya artık bambaşka bir döneme giriyor.
Olaf Scholz’un makalesinde bahsettiği enerji, ekonomi ve birçok konunun yanında esasen bu güvenlik noktası can alıcı. Neredeyse II. Dünya Savaşı’ndan sonra görmediğimiz bir şekilde Almanya, Rusya-Ukrayna savaşını sebep göstererek 100 milyar dolarlık bir silahlanma atılımına giriyor. Peki bu ne anlama geliyor?
Makalede her ne kadar NATO’nun güçlenmesi ve batı ittifakının Rusya’ya karşı daha güçlü hale gelmesine atıfta bulunsa da, aslında Almanya’nın bu büyük yatırımla silahlanması Avrupa ve dünya güvenlik sisteminde dengeleri tamamen baştan yazacak.
NATO’nun ciddi bir ağırlığı madden ve askeri olarak Amerika tarafında. Bu da aslında Avrupa’daki, İngiltere, Fransa, Almanya dengesini II. Dünya Savaşı sonrası korudu. Almanya gibi nüfus olarak bu denli büyük, ekonomik olarak güçlü, sanayi olarak gelişmiş, bilim olarak ileri bir ülkenin, askeri gücünü de artırması dünya güvenlik sisteminin ağırlık noktasında büyük değişime sebep olacaktır. Ne kadar batı ittifakından bahsedilse de belli bir süre sonra bu güç, Amerika’nın, Rusya’nın ve Çin’in dışında Avrupa merkezli daha farklı bir güç oluşturur.
Bu süreç, ya Avrupa’da yıllardır devam eden Fransa-Almanya dengesini bozar ki, Avrupa Birliği’ni kökünden sarsabilir ya da Fransa’yı da bir silahlanma yarışına sokarak, Avrupa’yı, Amerikan merkez kaç kuvvetine itebilir. Askeri olarak Amerika’ya ihtiyaç duymayan bir Avrupa, aslında Amerika’nın dünya siyasetindeki güç dengesini değiştirir.
Buradaki tüm değişken, Fransa’nın bu süreci izlemeye mi, yoksa bir denge kurmak için silahlanma yarışına mı gireceği kararı olacaktır.
Önümüzdeki günlerde bu denge değişimine müteakip, ordusu NATO için kritik olan ülkemizin NATO’daki öneminin azaldığını fakat Amerika ile farklı bir yakınlaşma sürecine girdiğini görebiliriz.
Ben bu makaleyi çok önemsiyorum. Ülkelerin ömrü, insan ömrü gibi değildir; 100 sene bir ülke için kısa zamandır. Bu askeri denge değişimi Almanya’nın devlet politikası haline gelirse, önümüzdeki 100 sene içerisinde uluslararası ilişkilerin temel konusu, Çin-Rusya olmaktan çıkıp, Almanya’nın yarattığı yeni dengeler üzerinden okunur.