Okuyucu sorumluluğum
Düşüncelerimi yazı ile ifade ediyorum. Ne kadar "yazıcı", hangi ölçüde "yazar" olduğumu kendi kendime "takdir" edersem ayıp olur. O takdiri değerli "okuyuculara" bırakma zorundayım.
Düşüncelerini "yazan insan" olmanın besleyici kaynağı "iyi bir okuyucu" olmadır.
Yazı ustaları, gerçek anlamda bir "yazıcı" olmanın koşullarını anlatırken, gelişmiş toplumlarda, "...on okuyup bir yazanın yer edinebildiğini; gelişmekte olan ülkelerde iki okuyup bir yazanın 'üstat' sayıldığını; çoğu kez yazıcıların 'hiç okumadan' yazdıklarını" söylerler.
Hem bir "yazıcı", hem de bir "okuyucu" olarak, "okuyucu" olmanın "sorumlulukları" üzerinde düşündüm. Kişisel algılamalarını da sizlerle paylaşmak istedim.
Yazılanlara inanma anlamaya çalış
Bir Çin atasözü, "Bir kitabın yazdığı her şeye inanmaktansa, hiç okumamak daha iyidir" der. Bu temel yaklaşımı Vaclav Havel bir başka biçimde anımsatır: "Aklını bir inanca, bir ideolojiye, bir kurama, yerleşik bir doğruya, kalıp düşünceye, önyargılı saplantıya emanet edenler özne olamaz" açıklamasıyla anlatır.
İnsan aklının süzgecinden geçmiş yukarıdaki iki açıklamayı nirengi kabul ettiğimizde, iyi bir okuyucu olmanın temel sorumluluklarından biri, okuduklarımıza inanmak yerine; ne demek istediklerini "anlamaya" çalışmaktır. Söylenen her sözün, yazılan her yazının hangi koşullarda ortaya konduğunu; hangi bilgi sınırları içinde oluştuğunu, ne gibi çıkarları peşinde koştuğunu yorumlamadan benimsemek; aklımızı başkalarına emanet etmek olur ki, bu da bizi "özne" olmaktan çıkararak, hayatın bir "nesnesi" haline getirir. O zaman "kul" oluruz; ama kimliği ve kişiliği olan bir "yurttaş" olamayız.
Duyduklarımızı ve okuduklarımızı "sorgulayıcı akıl" süzgecinden geçirdiğimizde; bir okuyucunun iki temel sorumluluğuna ulaşırız: Birincisi, "ayrıntı bilgisine" sahip olmadan, onları "genel eğilimlerle" bütünleşmeden nesnel gerçeklerden uzak kalacağımız ilkesidir. İkincisi de, gelişmenin temel dinamiklerinden biri olan "öngörme ve önlem alma disiplini" ancak genel eğilimler ile mikro düzeydeki olanak ve kısıtlar arasındaki denge kurduğumuzda sağlarız.
Bir yargının sağlıklı olabilmesi; ayrıntı bilgisine sahip olma , öngörme ve önlem alma disiplinine uyma ile mümkündür. İyi bir okuyucu olmanın ön koşulu, okuduğumuz yazıda kullanılan "kavramların bileşenleri" hakkında gerekli bilgiye sahip olmaktır. Eğer "kavramsal çerçevemiz" yetersizse; "kavramların bileşenleri" hakkında eksik bilgiye sahipsek, anlatılanı "anlama" olasılığı azalır. Bu, bir okuyucu olarak, çok korktuğum bir husustur. Yazanın kavramlara yüklediği değerle, benim algıladığım değer farklı ise yazana "haksızlık" etme olasılığı vardır; önemli bir sorumluluk alanıdır.
Büyük resim ile ayrıntı arasında denge kuran bir "zihni modele" sahip değilsem; varsayımlarımı gerektiği gibi sorgulamamış; işin uzmanların süzgecinden geçirmemişsem, yazılanları "anlama" şansım azalır. O nedenle, bir metni okurken, en çok titizlendiğim husus kavramların bileşenlerini anlamaya çalışmaktır. Anlama düzeyimi yükseltmenin bir tek yolu vardır; zihni modelin varsayımlarının hayatın öz gerçeğine ne kadar uyduğunu sürekli sorgulama… O zaman büyük resmi açıklayan kavramsal çerçeve ile ayrıntı bilgisi arasında tutarlı dengeler kurabilirim. Geneldeki eğilimleri ve ayrıntıdaki dinamikleri açıklamaya yetecek bilgi, onları besleyecek fikir yoksunu isem; yazara haksızlık ettiğim kadar, kendime saygımı da yitirebilirim.
Her şeyi kendi koşulları içinde değerlendir
Okuyucu sorumluluklarından biri de "fikr-i takip"tir. Bize yazıyla aktarılan olay ya da olgunun öncesini bilmiyor; bugününü anlamıyor; geleceği ile ilgili öngörüde bulunamıyorsak; gelişmelerin "ileriye" ve "geriye" bağlantılarını kuramıyorsak; okuduklarımızı yanlış anlayabiliriz. Eksik ya da yanlış algılama da hem kendi işimizde sapmalara yol açar; hem de başkalarının yanlışına katılarak, yanılgıların ölçeğini büyütebiliriz.
İyi bir okuyucu olmanın bir başka sorumluluğu daha var: Eğer bir "fizibilite mantığı" geliştirememişsem; "olabilir" ile "olamaz" arasında gerekli dengeyi kuramam. İnsan ve sermaye kaynaklarının verimli kullanılması, olabilir olan kadar olmazı da bilmemize bağlı. O nedenledir ki, Aborjini'ler dualarında; "Tanrım, hayattaki değişmeleri anlamam için bana 'güç' var. Tanrım, değişmez olanları içselleştirmem için bana 'sabır' ver. Nelerin değiştiğini, neler değişmediğini anlayabilmem için bana 'akıl' ver " derler. İnsan aklından süzülen bu yargı bugün hepimiz için geçerlidir. Bir okuyucu olarak, güce, gerekli sabra ve analiz edecek akla ihtiyacım var. Bu üç insanı değerimiz yeterli değilse; büyük bir olasılıklı, iyi bir okuyucu olamam.
İyi bir okuyucu olabilmek için kendime "sürekli yatırım yapma" ihtiyacım olduğunu her zaman hissederim.İçinde yaşadığımız evren çok hızlı değişiyor. Araştırmalar, her yıl üretilen bilginin, insanlığın 5 bin yıldan beri ürettiği bilgiye denk olduğunu saptıyor. Böyle bir dünyada, kendime sınırları çizilmiş bir "alan" saptamaz; her şeyden biraz "malumat" sahibi olma yolunu benimsersem; ilgi alanımda yazı yazanları "yanlış anlama" haksızlığının tuzaklarına yakalanabilirim. O yanlışlar "tamiri imkansız" hata yapmama yol açabilir.
Okuyucu sorumluluğunun bir başkası ise "aykırı düşünceyi zenginlik kaynağı olarak algılıma" olgunluğudur. Zihni modelimize uygun olanları iyi, güzel, yararlı ve olumlu algılıyor; ters olanı ise çirkin, kötü, yararsız ve olumsuzlukla suçluyorsam; tam bir okuyucu sorumsuzluğu batağına saplanırım. Sorumlu bir okuyucu, aykırı düşüncenin zenginlik olduğunu kavrayandır. O nedenle, bir okuyucu "demokratik sabır" sahibi olmak zorundadır. Hoşgörü, okuyucunun "anlama düzeyini" yükselten; yazılanları "alıcı ruhla" değerlendirmesini sağlayan çok önemli bir duygusal araçtır.
Sorumlu bir okuyucu olabilmem için kişiyle, sistemle, egemen güçle olan karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinde, kimin nerede durduğunun "farkında olmam" da bir başka boyuttur.
Sözü daha fazla uzatmadan söylemeliyim ki, bir okuyucu olarak sorumlulukların neler olduğunu, o konuda ne yaptığımı, daha neler yapmam gerektiğini her zaman sorgulama ihtiyacındayım.
Yaşamanın çok sığ ve yalın kat olmadığını biliyorum. Söyleyecek sözü olanları "can kulağı" ile dinleme, yazacak kadar fikri olanları da "anlama" sorumluluğunun ağırlığını omuzlarımda hissediyorum.
Yazdıklarıma katılır mısınız? İşte onu bilemiyorum…