Öfke ile kalkıp zararla oturmayalım
Sözümüzü esirgemeden yazımıza başlayalım. AB Türkiye'ye karşı samimiyetsiz, ikiyüzlü, kendini beğenmiş, küstah bir politika izlemiştir. Bir kısım üye ülke üyelik için öngörülen kriterleri pek yerine getirmemişse de, üye olduktan sonra düzeltir diyerek üye yapılmış; Türkiye'ye ise engeller çıkarılmış, verilen sözler tutulmamış, yeni şartlar ileri sürülmüş, saygısızlık sergilenmiştir. Bilemiyorum bir teselli olacak mı amma, ülkemiz de zaman zaman AB'ne atfettiğimiz sıfatlarla anılabilecek davranışlardan uzak kalmamış, benzerlerine imza atmıştır. Bütün bu güçlüklere rağmen her iki taraf da ilişkilerin kopmaması, müsait zamanda daha ileriye götürülmesi için gayret göstermiştir.
Son günlerde Taksim-Gezi olaylarının tetiklediği gelişmeler ilişkileri hızla daha sonra telafisi güç bir yöne doğru itmektedir. Gezi olaylarında idarenin orantısız güç kullanımına başvurduğu kanaati hükümet dışında gerek ülke içinde gerek ülke dışında herkes tarafından paylaşılmaktadır. Hükümetimiz ise, uluslararası camiadan kaynaklanan eleştirilerin ülkemizin yükselişini çekemeyen aktörler tarafından uygulamaya sokulan bir komplonun parçası olduğuna inandığından (ya da öyle gözükmek işine geldiğinden), eleştirilere itibar etmek bir yana, giderek sertleşen tepkiler vermektedir. Sonunda söylemimiz Avrupa Parlamentosu'nun haddini bilmemesinden, "bak, git!" deriz tehdidine kadar uzanmıştır. AB sorumlularının üslubu uluslararası konuşma adabına daha uygun olmakla birlikte, yumuşak değildir. Son olarak Almanya, Hollanda ve anlaşıldığı kadar Avusturya'nın üyelik müzakerelerinde yeni bir fasıl açılmasını askıya alma ısrarı gerilimi daha da tırmandırmıştır.
Bu satırlar yazılırken, AB ülkeleri Türkiye ile üyelik görüşmelerinde yeni bir faslın açılıp açılmaması konusunda sert müzakerelerde bulunuyorlardı. Türkiye ile ilişkilerin kopmasından endişe eden ve ilginçtir, aralarında Fransa'nın da bulunduğu ülkelerin ümidi iplerin kopmasına yol açmayacak ama Almanya ve Türkiye muarızı diğer ülkelerin kabul edebileceği bir çözüm bulunması idi. Bir ara yol bulunması ihtimali uzak değildir. Ancak, biz AB görüşmelerini bir yana bırakalım, bizim çıkarımız nasıl davranmamızı gerektiriyor sorusuna cevap arayalım. Şu anda AB'ne kızıp, ilişkilerimizin onarılmaz biçimde zedelenmesi karşısında ne gibi kayıplarımız olur, bu sonuçları arzuluyor muyuz, karşılamaya hazır mıyız konularını tartışalım.
Tahlilimize sorularla devam edelim. Amerika-Avrupa Serbest Ticaret Anlaşması içinde yer almak Türkiye için önemli midir? Gümrük Birliği, bazı düzeltilmesi gereken yönleri bulunmakla birlikte Türkiye'ye önemli fayda sağlamakta mıdır? Örneğin, Türkiye'ye gelen bazı yatırımlar, üretimin Avrupa pazarına engelsiz gireceği düşüncesine bağlı olarak mı yapılmaktadır? Türkiye'yi bölgedeki diğer ülkelerden ayıran, bir bakıma onu daha üstün konuma getiren AB ile olan ilişkisi midir, yoksa bu ilişki bölgedeki ilişkilerin gelişmesi için bir engel midir? Türkiye AB'nin ileri gelen ülkeleri gibi müreffeh bir demokrasi mi olmayı, yoksa bölgemizde yaygın olan "Ayıplı Demokrasilerden " olmayı mı tercih etmektedir? Uzatmayayım. İyi düşünelim. Öfke ile kalkıp zararla oturmayalım.