OECD ülkeleri, atık yönetimi ve ekonomik büyüme
Sanayileşmenin, ekonomik büyümenin, kentleşmenin ve nüfus artışının bir araya gelerek dünya çapında yarattığı çevresel sorunlar, özellikle yirminci yüzyılın son çeyreğinde bir patlak verdi. Bugün ekonomik büyüme ülkelerin refahını artırırken, aynı zamanda çevre üzerinde olumsuz etkiler de yaratıyor.
Bu noktada, özellikle OECD (Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Örgütü) ülkelerinde atık yönetimi, ekonomik büyüme ile çevresel sürdürülebilirlik arasında kritik bir rol var ve denge sağlamak, OECD ülkeleri için önemli bir unsur haline geliyor. Ekonomik büyüme, daha fazla tüketim, daha fazla üretim ve dolayısıyla daha fazla atık anlamına geliyor.
Gelişmiş ülkelerde sanayi ve hizmet sektörlerindeki genişleme, genellikle daha büyük miktarda katı atık, endüstriyel atık ve tehlikeli atıkların oluşmasına yol açıyor. OECD ülkeleri, dünya ekonomisinin büyük bir bölümünü oluşturdukları için, atık yönetimi politikaları ve uygulamaları bu ülkelerde özel bir öneme sahip. Ancak burada kritik soru şu: Ekonomik büyüme ve çevresel sürdürülebilirlik arasında nasıl denge kurulacak?
Atık yönetiminde başarılı OECD ülkeleri…
OECD ülkeleri, gelişmiş altyapı ve teknolojik kapasite sayesinde atık yönetiminde büyük ilerlemeler kaydetti. Elbette bu ilerlemenin en önemli itici gücü çevresel ve ekonomik bilinç. Örneğin Almanya, 2020’de belediye atıklarının yüzde 67'sini geri dönüştürerek bu alanda dünya lideri konumuna geldi.
Geri dönüşüm sektörü, 270 bin kişiye istihdam sağlıyor ve yıllık 70 milyar euro ciroya ulaşıyor. Ayrıca, atıklardan elde edilen enerjiyle yaklaşık 5 milyon hanenin elektrik ihtiyacı karşılanıyor. İsveç, atıklarının sadece yüzde 1'ini düzenli depolama sahalarına gönderirken, geri kalanını geri dönüştürerek veya enerji üretiminde kullanarak 810 bin haneye ısıtma ve elektrik sağlıyor.
Japonya, elektronik atıkların yüzde 98'ini geri dönüştürerek yıllık 200 milyon dolar değerinde nadir metal elde ediyor ve kişi başına düşen atık miktarını yüzde 20 azaltmış durumda, bu da atık yönetim maliyetlerinde önemli tasarruflar sağlıyor. Güney Kore, "Ödeme Miktarın Kadar" sistemi ile atık üretimini yüzde 30 azaltmış ve aynı dönemde geri dönüşüm oranlarını yüzde 60'a çıkararak geri dönüşüm sektörünün büyümesine ve yeni iş fırsatlarının oluşmasına katkı sağlamış. Bu durum ülkeye yıllık 2 milyar dolar tasarruf kazandırmış. Hollanda ise belediye atıklarının yüzde 80'ini geri dönüştürüyor veya kompostluyor.
Bu da Avrupa'nın en yüksek oranlarından biri. Atık yönetimi konusundaki başarıları, Hollanda'nın sürdürülebilir şehircilik ve altyapı projelerinde lider konuma gelmesine yardımcı olmuş ve bu alanda uluslararası projelerde yer alarak ekonomik kazançlar elde etmiş. OECD ülkelerinin bu başarılı atık yönetimi stratejileri, ekonomik büyüme ile çevresel sürdürülebilirlik arasında güçlü bir denge kurmayı başardıklarını gösteriyor. Ancak, bu ülkelerin attığı adımlar, diğer ülkeler için de bir yol haritası niteliği taşıyor; sürdürülebilir bir gelecek için küresel ölçekte benzer çabaların yaygınlaşması kritik önem taşıyor.
Türkiye’nin pozisyonu
OECD ülkelerinin atık yönetimindeki bu başarıları, ekonomik büyümenin çevresel sürdürülebilirlikle el ele gidebileceğini gösteriyor. Zira atık yönetimi politikalarının ekonomik büyüme ile entegre edilmesi, sadece çevreyi korumakla kalmaz, aynı zamanda uzun vadede ekonomik kalkınmayı da destekler. Peki, bu ülkeler atık yönetiminde önemli mesafeler kat ederken, bir OECD üyesi olan Türkiye, ekonomik büyüme ve atık yönetimi aksında nasıl pozisyon alıyor? Ekonomik büyümenin getirdiği çevresel yük, birçok ülke için ekonomik büyümeye katkı olarak geri dönerken Türkiye bu fırsattan yararlanamadığı sürece mevcut atık yönetimiz, uzun vadede hem çevresel hem de ekonomik zararlara yol açacaktır.