“Ödünsüz gözetim ve denetim” yoksa “kriz” olacaktır...
Kaynakların etkin ve verimli kullanılması için “gözetim ve denetim” aracına ihtiyacımız var. Ancak gözetim ve denetimi “yargılama-odaklı” olmaktan çıkarmalı, doğru algılamaya götüren "sorgulama-odaklı” olmasını sağlamalıyız.
Gelecekte krizlerin yaşanmaması, insanların sıkıntı çekmemesi, servet ve sermayelerini yitirmemesi isteniyorsa, siyasi iradelerin, gözetim ve denetimden uzaklaşma eğilimine karşı direnmek, kitlesel reaksiyonu geliştirmek gerekiyor.
Krizler tarihi üzerine kafa yoranların çoğunluğunun üzerinde birleştiği etkenlerden biri de “ödünsüz gözetim ve denetim eksikliği”dir.
“Ödünsüz gözetim ve denetimin” olmadığı örgütlerde, sistem kendini neden yeniden üretmediğini kavramamız mümkün olmaz ve krizler kaçınılmaz hale gelir.
Mal ve hizmet üreten örgütlerde gözetim ve denetim ne anlama gelir?
Soruya verilecek ilk yanıt, aile gibi doğal kurumlar dışında, ekonomideki bütün kurumların insan tasarımına dayalı yapılar olmasıdır. İş örgütleri, belli amaçlara ve hedeflere ulaşmayı sağlamanın araçlarıdır. İnsanların tasarlayarak oluşturdukları iş örgütlerinin yapıları, evrimin binlerce yıl ayıklayarak kristalleştirdiği doğal örgütlenmeler gibi sağlam değildir.
İş örgütlerini tasarlayan insanlar, ilk kez Hegel’in piyasaya sunduğu kavram olan “zamanın ruhunun” etkisi altındadır. Richard Dawkins’in işaret ettiği gibi, bütün toplumlarda on yıllar geçmeden değişmeyen, oldukça gizemli bir ortak görüş vardır ki, biz onu ‘zamanın ruhu’ diye adlandırırız. O nedenle, bir metnin tarihini belirlemede, önyargılar, gerçekten anlamlı ipuçlarıdır. Hepimiz kendi zamanımızın hakim anlayışından şu ya da bu ölçüde etkileniriz.
Üretim sürecinde kaynakları etkin değerlendirerek insanlarımızın refahını artırabilmemiz için “kaynakları verimli kullanmamız” önemli sorunlarımızdan biridir. Piyasada, verimliliklerin hepimizin üzerinde kurduğu olağan dışı baskıyı başka hiçbir güç kuramamıştır.
İnsan ömrü 30 bin gün bile değildir. Çocukluk ve yaşlılıkta gücün yetersizliğini de dikkate aldığımızda, aktif ömür daha da kısalır. Ölümsüz canlının olmadığını hepimiz biliyoruz. O nedenle ölüm bilinci tüm insanoğlunun yaşamını derinden etkiliyor. Bireylerde kısa ömre çok şey sığdırma güçlü eğilimlerden biridir.
Bireylerin ben-merkezci tutumları ve davranışları her zaman topluluk ya da toplumların çıkarları ile örtüşmez. Çünkü bireyin ömrü kısa ve sonlu, topluluk ya da toplumların ömürleri ise görece sonsuzdur. Bu doğal yapı, bireyin çıkarları ile toplumun çıkarlarını çatıştırabilir. Bireyler kendi geçimlerini, kurumlar ise gelecek nesilleri düşünmek zorundadır. Söz konusu çatışma “iyi yönetim” dediğimiz olgunun merkez sorunsalıdır. İyi yönetim, Mehmet ile memleketin çıkarlarını dengeleyebilen yönetimdir.
İnsanın olduğu yerde “gözetim ve denetim” yoksa, haksızlık ve eşitsizlik vardır.
Topluluk aşamasındaki örgütlenmelerde insanlar birbirini çarşıda, pazarda, toyda, oyunda, düğünde, dernekte, tarlada, tapanda gözle ve sözle denetler. Eğer aşiret örgütlenmesi binlerce yıl yaşamlarını sürdürebilmişse, nedenlerinden biri de gözetim ve denetim sisteminin işleyişindeki yeterliliktir. İlerleme sağlamak ve ilerlemeleri güven altına alabilmek için topluluk aşamasındaki gözle ve sözle denetimi, toplum aşamasında “kurumsal işlerliğe” taşımak gerekiyor. Yüz yüze birincil ilişkileri, “kapsayıcı kurumlara ” dayalı ikincil işlemlere taşıyabilen toplumlar hızlı kalkınıyor, insanlarının refahını artırabiliyor.
Gözetimi ve denetimi gerek şart haline getiren bir başka olgu, “kıt kaynak” ilkesidir... İsteklerin sonsuz, kaynakların kıt olduğu bilinci, bizi kısa dönemli bakışlardan, uzun dönemli geleceği düşünmeye taşımalıdır. Potansiyel kaynakların analiz edilmesi, erişebilebilir hedeflerin belirlenmesi, kaynak verimini gözeten sistemin kurulması, gözetim ve denetim ciddiyeti olmaksızın anlamlı sonuçlara ulaşamayız.
Gözetim ve denetimin bir başka gerekçesi, hak ve çıkarlarımızın, diğerlerinin hakları ve çıkarları ile sınırlı olduğunun bilinmesidir. Eğer biz kendi içsel ilkelerimiz ve toplumsal düzenin ilke ve kuralları ile karşılıklı hak ve çıkar dengesi kuramıyor, o dengeleri de ödünsüz gözetim ve denetimle güven altına alamıyorsak, güvenli bir gelecek inşa etmemiz mümkün olamaz.
İş örgütlerinin doğal olmadıklarını, tasarlanarak oluşturulan yapay yapılar olduklarını kavramalıyız. Son çözümlemede iş örgütlerinin ağırlıklı bir bölümü "kâr amaçlı” çalışır. Böyle bir varsayımı kabul ediyorsak, bireyin çıkarı ile toplumun çıkarını dengelemek için elimizdeki yegane araç da “ödünsüz gözetim ve denetim” mekanizmaları olacaktır. İyi yönetimin temel araçlarından birinin de “işleyen hukuk sistemi” olması tam da bu nedene dayanır. Etkin bir hukuk sistemi olmadan, güçlü karşısında zayıf olanın hakkını korumamız mümkün olmayabilir. Hukuk bugün başkasına gerekli ise başka bir gün de bizim için gerekli olabilir. Karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin bu çok temel kuralı, gözetim ve denetim ihtiyacına verilen yanıttır.
Kaynakların etkin ve verimli kullanılması için “gözetim ve denetim” aracına ihtiyacımız varsa, o zaman gözetim ve denetimi niteliği üzerinde de düşünmeli ve ilkeli bir yaklaşım sergilemeliyiz. Gözetim ve denetim “yargılama-odaklı” olmaktan çıkarmalı, doğru algılamaya götüren "sorgulama-odaklı” olmasını sağlamalıyız. Gözetim ve denetim bir baskı, yıldırma ve korkutma aracı olarak algılanmamalı, tam tersine, “sapmaları belirleyen” ve “düzeltme” imkanı yaratan rehber olma özelliği titizlikle korunmalıdır. Gözetim ve denetim, bizi alışkanlıkla yönetme saplantılarından arınarak, analizle yönetme aşamasına taşımalıdır.
Gözetim ve denetimin sürekli analizlerinden elde edilen geri-bildirimler, sapmaları tam zamanında öğrenmenin ve anlamının yoludur. Yaratmak istediğimiz sonuca ulaşmamızı engelleyen nedenleri açıklayabiliyor, sapmaları düzelterek gelişme ve ilerlemenin önündeki engelleri kaldırabiliyorsak, kaynak verimini hedeflediğimiz düzeye çıkarabiliriz.
İnsanoğlu, uzun demokrasi deneyinde, siyasi iradelerin popülist uygulamalarını azaltabilmek için başta hukuk sisteminin gözetimleri olmak üzere değişik araçlar geliştirmiştir. O araçlardan biri de özerk kurumlardır. Özerk kurumların yöneticileri, siyasi iradenin kararlarından bağımsız olma derecesine göre Mehmet’in çıkarları ile memleketin çıkarlarını dengeleyen tutum ve davranışı sürdürebilmektedir. Yönetimdeki bu deneyim, gözetim ve denetimin yaşamın vazgeçilmezlerinden biri olduğunun temel göstergesidir.
Yakın geçmişi düşünürsek, banka sistemleri gerekli gözetim ve denetimden yoksun olduğu için "saadet zinciri” oluşturan uygulamaları pervasızca yayabilmiş, ülkemizde de dünya genelinde de krizler banka sisteminden kaynaklanmıştır. Özellikle ülkemizde 2000’li yıllar krizinden sonra Kemal Derviş’in “Makroekonomik stabilizasyon reformları”, banka sistemini gözetim ve denetim altına almış, son yaşanan büyük krizi ülkemizin hafif atlatabilmesi bu sayede olabilmiştir.
Gelecekte krizlerin yaşanmaması, insanların sıkıntı çekmemesi, servet ve sermayelerini yitirmemesi isteniyorsa, siyasi iradelerin, gözetim ve denetimden uzaklaşma eğilimine karşı direnmek, kitlesel reaksiyonu geliştirmek gerekiyor.
“Ödünsüz gözetim ve denetim” bize önemli kazanımlar sağlar: Öncelikle entelektüel kapasitemizi ilkeler ve kurallar üzerinde düşünmeye odaklamış oluruz. İkincisi, standartlar ve somut ölçüler belirleyerek, gidişatı nesnel biçimde ölçerek alternatif tepki biçimlerini geliştirebiliriz. Üçüncüsü, kullandığımız yöntemlerin işlerliğini kavrar, eksiklerini tamamlar, etkilerini artıracak eklemeler yapabiliriz. Dördüncüsü, açıklık ve gizlilik arasındaki dengeleri bulabilir; ilkeli gizlilik ile aşırı yalıtımcı anlayış arasındaki dengeleri kuracak kritik eşikleriyakalayabiliriz. Beşincisi, işbirliği yapacağımız alanları ve aktörleri belirleyerek kapsayıcı bir anlayışı ilerletmemizin önünü açabiliriz.
Ödünsüz gözetim ve denetim yapma alanında boşluklar bırakan kuruluş ve kurumlar, entellektüel kapasitelerini kullanamadıkları gibi, etkili bir sistem kapasitesi de yaratamazlar. O zaman kapsayıcı kurumlar yerine, sömürücü kurumların şark kurnazlıkları toplumun kaynaklarını israf edebilir.