Obama'nın sopası: Aba, sopa ve özür üzerine bir sohbet
Sağlık, sağlığın sürdürülmesi için doğru beslenme ve derken bunlara ilişkin okumalarım bana sadece mevcut bilgilerin yorumlanmasıyla bile ciddi aşama kaydedebileceğimizi göstermekte. Ne var ki bunlara ilişkin yazarken gündelik hayatımız, siyaset ve dünya ahvali konusunda bir şey dile getiremedim. Bunu lütfen sessizlik olarak algılamayın, çünkü yaşamımızı ilgilendiren konuların hiçbiri ne yazık ki diğerlerinden ayrılamıyor, her şey gibi onlar da bir bütünün parçaları. Dolayısıyla bugün büyük şehirlerin yaşadığı beslenme sıkıntısını, son haftalarda dile getirilen damacana su sorununu diğer alanlardan ayrı tutmak da mümkün değil. İç ve dış siyaset meselelerine daha sonra değiniriz. Ancak olan biten içinde bir tek görüntü var ki, bunu diğerlerinden ayrı tutmak ve zorundayım, "Obama'nın sopası".
Konu hepinizin hafızalarında taze, çünkü geçtiğimiz haftalarda gündeme servis edildi. Suriye'nin iç huzursuzluğu elbette Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor, ülkemize sığınan Suriye vatandaşlarını da katarsanız, bir yerde doğrudan kapsıyor. ABD ve çıkar ortakları, oldubittiye gelen Arap Baharı'nın ardından Suriye'de de benzer bir gelişmeyi istemekte; Esad rejimi dağılacak, Suriye'de daha kolay kontrol edilebilir bir yönetim tesis edilecek. Bu gelişmeleri Türkiye'nin bir bölümünü de kapsayacak bir Kürt devletine zemin hazırlamak olarak değerlendirenler de var, Esad yönetiminin demokratik olmadığına yaslayanlar da, tartışma sonsuz. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu "komşularla sıfır sorun" politikasını istese de uygulayamadı. Davutoğlu'nu bugünlerde eleştiren çok. Güney komşularımız açısından sorunsuz bir siyaseti başarmayı bu kadar çok isteyip ve üstüne üstlük bu kadar çok çaba göstermiş başka bir dışişleri bakanı bilmiyorum. Ancak mesele açıktır, siz güçlü (bilen, beraber olan ve kendi kaynaklarına sahip) konumda değilseniz, başkasının sözünden de pek çıkamazsınız.
Hiç mi kalmadı Beyaz Saray'da, soğuk savaş yıllarının üslup bilen bir bürokratı?
Biraz aklı eren herkes, yukarıda anlattıklarımın aslında işyerinde, dernek yönetiminde ve hatta geniş ailelerde bile geçerli olduğunu kavrayacaktır. Ancak Obama'nın sopası bu değerlendirmelerin hepsinden daha garip, üstüne üstlük bir o kadar da çirkin bir şekilde sokuldu gündemimize. Neymiş, Başbakan Erdoğan Obama ile telefon görüşmesi yaparken çekilmiş. Amerikan başkanlarının telefon görüşmesi yaparken fotoğraf çektirmek gibi bir Beyaz Saray geleneği olduğunu bu sayede öğrendik desem bilmem yanılır mıyım? Oysa görüntü açık, Obama'nın sol elinde telefon, sağ eliyle beysbol sopasını tutuyor. Ve derken Beyaz Saray'dan bir başka açıklama geliyor, "Obama bu fotoğrafı Başbakan Erdoğan'la samimiyetini ifade etmek için çektirdi" diye. Öyle bir açıklama ki, fotoğrafın kendisinden daha büyük bir gaf. Obama bizim Başbakan'ın beysbol tutkunu olduğunu zannediyor desem, Amerikan Dışişleri'ne de CIA'e de haksızlık olacak. Gaf daha büyük görünüyor, yani Beyaz Saray'da üslup yerlerde sürünüyor. Sopa denen kavram bizim bu coğrafyada da vardır, hatta çoğumuz yakından tanışıktır. Önceden uyarmak gibi bir amaçla kullanılacak olursa, "aba altından sopa göstermek" denir, bunun gerekçesi bellidir. Çünkü bizim coğrafyada meseleler uzlaşarak halledilir, silah sadece kapışmak kaçınılmazsa çekilir. Siz hiç silahın kabzasını okşayan kovboy gördünüz mü ki, sopasının sapını okşayan başkan olsun?
Obama'nın bir özür borcu var, Başbakan istemese de biz bekleriz
Birleşik Devletler'e kuruluşunun başlangıcında düzen hakimdi, kanunlar, kurallar öyle belirlendi. Olayların gidişini önceden hissedebilen bu düzen, hiç karışmadığı Birinci Dünya Savaşı ve kendi coğrafyasında hiç yaşamadığı ikincisinin ardından ne olduysa birden, endüstrilerine teslim oldu. Bilmem hiç düşündünüz mü, Hitler yenildi, Nazi subayları da tutuklandılar. Peki, dünyayı karşısına alıp savaşmayı göze alan biri, sadece üç beş bin tankına ve uçaklarına mı güvendi? Elbette değil, bu süreci karşılayacak bilim insanları da olmalıydı. Atom bombasını yapmaya zaten ramak kalmıştı. Lakin kaçırılanlar sayesinde ABD daha erken başardı. Peki ya diğerleri, kimyadan biyolojiye diğer binlercesi, onlara ne oldu? İkinci Dünya Savaşı'yla ilgili hangi belgeselde, hangi filmde bu kayıp bilim insanları varlar? Yoklar, ama onlardan devasa endüstriler doğdu. Derken o yükselen endüstriler, düzen üzerine kurulu ABD'nin kendisi oldu. Bugün hangi düzenleyici otoriteye baksanız o endüstriler var, kuş gribi olup yumurta, domuz gribi olup ilaç ve savaş olup silah satarlar. Anlaşılan üslupsuzluk Beyaz Saray'a da sirayet etmiş, yaklaşan seçim savaş çıkartmaya endekslenmiş. Hiç mi kalmadı soğuk savaş yıllarının incelik sahibi bir erbabı, neyin nasıl servis edileceğini bilen alaylı bir bürokratı? Harvard, Stanford anlaşılan üslup sahibi olmaya yetmiyor. Çünkü iş nezakete gelince, farklı değildir, sopa da aba altından gösterilirse kıymetlidir. Üstelik çuval da dahil bazı şeyler isteseniz de unutulmaz, hafızalarda her zaman tazedir.
Velhasıl dünyanın süper gücü olmak başka, nezaket sahibi olmak bambaşkadır. Biz Birleşik Devletleri akıp geçen zamanla değil, hala kuruluş ilkeleriyle biliriz. O halde biri uyarıversin, Başbakan yakın dost bilip o özrü istemese de, galip geldiği düşmanının bayrağını bile çiğnetmemiş bir anlayışın torunları olarak biz bekleriz.