Nükleere yalanla başlamak
Şu televizyon ekranlarında ve radyolarda yayınlanan Akkuyu Nükleer Santrali reklamlarını gördünüz ya da işittiniz mi?
Bugün başlansa, en erken 5 yıl sonra devreye girecek bir enerji üretim santrali neden reklâm yapmaya gerek duyar ki?
Yaklaşık 20 milyar dolarlık yatırımla, en erken 2020 yılında (bence 2023'ten önce biraz zor) faaliyete geçecek devasa bir yatırımdan söz ediyoruz zira...
Kendi adıma, nükleer enerji yatırımına kategorik olarak karşı değilim. Ama ben "nükleerden yana mısın, değil misin?" ikilemine sıkışıp kalmak istemiyorum.
Bu konuda soruyu en doğru şekilde sormak, hem bizi daha sağlıklı bir muhakemeye götürür hem de Türkiye'ye en iyi seçeneği tercih etme şansı tanır.
Biraz uzun olacak ama işte kilit soru: Türkiye artan elektrik ihtiyacını hangi vadede, hangi kaynaklara dayanarak, hangi modelle yapılacak yatırımlarla karşılarsa, en ekonomik, en sağlıklı sonucu elde eder?
Buyurun işe bu kilidi açmakla başlayalım. Böylece daha sağlıklı bir yere doğru gidebiliriz. "Nükleer santral iyi mi, kötü mü" türünden, bugüne kadar net cevap verilerek işin içinden bir türlü çıkılamamış sorularla boğuşup durmayız.
Her ülkenin mutfağı, eldeki malzemeye ve toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenir. Damak tadı dediğimiz şeyin oluşumu da aslında bu temelin üzerinde yükselir ve asırlara yayılarak oluşur.
Bu iş, enerjide de aynen böyledir. O yüzden, kilit sorumuza cevap ararken, öncelikle eldeki malzemeleri bir kenara yazmak lazım.
Şimdi, elektrik üretiminde kullanabilme adına Türkiye'nin elinde neler var bir bakalım...
- Su (epeyce var ama ciddi bölümü zaten kullanılıyor)
- Linyit (15 milyar tonluk rezerv var, yeni keşifler de yolda ama pek açı elektriğe çevriliyor)
- Taşkömürü (çok az, mevcutlar kullanılıyor)
- Rüzgâr (Potansiyeli yüksek ülkelerden birindeyiz, halen pek azı kullanılıyor)
- Güneş (Elektriğe çevrilebilir güneş enerjisi potansiyeli yüksek, neredeyse sıfır noktasındayız)
- Biyokütle-biyogaz (Potansiyel yüksek, epey yol alınabilir)
- Doğalgaz (Tüketimin yüzde 2’si yerli üretimden, ayrıca pahalı bir kaynak)
- Nükleer (Yerli yakıt yok. Uranyum bulup zenginleştirmek sıkıntılı iş)
Tüm bunları ortaya koyduktan sonra, sıra geldi hangi yemeği yapacağımıza. Tercihimizi yaparken hangi yemeğin kısa sürede sofraya koyulabileceğine, midemize zarar vermeyeceğine; hangisinin daha besleyici ve sağlıklı olacağına, hangisinin daha az ateşle pişeceğine, yani çevreye daha az zarar vereceğine bakmamız gerekiyor.
Enerji yatırımı olur da çevreye etkisi olmaz mı? Tabii ki olur. Ama en az maliyetli, çevreye en az zararlı, riski en düşük olanı tercih etmelisiniz.
İyi de biz şu nükleer meselesini, yaygın şekilde ve yukarıdaki sorulara cevap arayarak tartışıyor muyuz? Pek öyle görünmüyor.
Enerji yatırımları konusunda varsa yoksa "şuna karşıyız", "buna da karşıyız", "aslında ötekinin de zararı çok", "berikinin de etkisini gözden kaçırmayalım", "ama enerji ihtiyacımız artıyor", "bu teknolojiye de mutlaka sahip olmamız lazım" gibi basmakalıp laflar...
Peki tüm bunların sağlıklı şekilde tartışılamadığı bir ortamda, nükleerin insanlara zararsız, ülke ekonomisi için faydalı bir şey olduğu algısı yaratacak nükleer santral reklamları da neyin nesi oluyor?
Tamam, reklamcılıkta abartı bir yere kadar anlayışla karşılanabilir. Ama siz düpedüz yalan söylüyorsunuz!
Peki nedir yalan olan? Akkuyu NGS'nin reklamlarına bakarsanız, kurulacak santral milli enerji üretecekmiş? Oysa, teknolojiyi koyan Rusya (Rosatom), elektriği üretip devlete kWh başına 13.5 dolar cent'ten satma garantisini elde eden Rus şirket, kullanılacak yakıt da yurt dışından.
Üstelik benim toprağım, havam, nehir ve deniz suyum kirlenecek ama elde edilecek gelir başkasının olacak.
Bizim taşımızla bizim kuşumuzu bize vurdurtacaklar. Etini bizim ormanımızdan kesilen odunla, bize pişirtecekler. Sonra bu yemeği tabağa koyup bize satacaklar.
E peki biz bu yemeğin bedelini ödeyecek parayı nereden kazanacağız?
Türkiye'nin milli enerjisiymiş...
Hadi ordan!
Nükleer enerjiye kategorik olarak karşı olmadığımı yineliyorum.
Ama siz daha işin en başından yalanla yola çıktıysanız, öteki söylediklerinize nasıl inanalım?