Nüfus artışı üzerinden siyasetin Türkiye'ye yararı yok

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

Genel seçimlere bir aydan az bir süre kaldı. Siyasi tansiyon giderek artıyor. Geçen yıl yüzde 8.9 oranında büyüyen Türkiye ekonomisinde, gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 8'sine yaklaşan cari işlemler açığı tehlike sinyalleri veriyor. Beklentilerin üzerinde gerçekleşen büyümenin,

ekonominin kendi iç dinamiklerinden çok dış etkenlerden kaynaklandığı bir gerçek. Hormonlu büyümede, Batılı ülkelerin krize karşı uyguladıkları ekonomi politikalarının teşvik ettiği sermaye akımlarının payı inkar edilemez.

Türkiye'nin en önemli ekonomik ve sosyal sorunu işsizlik. Bunda hemen herkes mutabık. Kriz döneminde yüzde 14'ü aşan işsizlik oranı, bu yılın başında yüzde 11.9'a kadar geriledi. Yine de yüksek bir rakam. Ancak işsizliğin yüksek olduğu tek ülke Türkiye değil. İşsizlik diğer ülkelerde de önemli bir sorun. AB içinde işsizlik oranının en yüksek olduğu ülkeler yüzde 20.5 ile İspanya, yüzde 15.1 ile Yunanistan ve yüzde 13.1 ile Polonya. AB'nin genelinde ise bu yılın Şubat ayı itibariyle işsizlik oranı yüzde 9.9 olarak gerçekleşti. Ülkemizde bu yıl büyümenin yüzde 5 civarında gerçekleşmesi bekleniyor. Bu oran AB'nin yüzde 1.7 olarak öngörülen büyüme oranının çok üstünde olmasına rağmen, işsizliğin azaltılması için yeterli değil. Kaldı ki, yüzde 11.9 olarak açıklanan işsizlik oranı, Türkiye'deki gerçek işsizliği yansıtmıyor. İşsizlik oranının olması gerekenin çok altında çıkmasının nedeni, işgücüne katılım oranındaki düşüklük. Çalışma çağında olmalarına rağmen iş bulma ümidini yitirmiş olduklarından dolayı potansiyel işgücü içinde yer almayan işsizlerin sayısındaki artış, işgücü katılım oranının düşmesine neden oluyor.

İşgücü katılım oranındaki gerileme gizli işsizliğin yanı sıra toplumun üretken olmaktan çok tüketen bir yapıda olduğunun da bir göstergesi. Türkiye'de yüzde 47 olan bu oran, gelişmiş Batı ülkelerinde yüzde 65 seviyelerinde.

Ülkemizde işgücüne katılım oranı özellikle, kadınlar arasında belirgin bir biçimde düşük. OECD ülkeleri sıralamasında ilk ve ortaöğretim düzeyinde yüzde 24.3 ve 30.7 olan kadın nüfus katılım oranı, yüksek öğrenim düzeyinde yüzde 69.9. OECD ülkeleri ortalaması ise sırasıyla yüzde 45.5, 69.2 ve 78.1. Bu rakamlar ilk ve orta öğretim düzeyinde işgücüne katılım oranı açısından üyesi bulunduğumuz OECD ile aramızda büyük bir uçurum olduğunu ortaya koyuyor. Kadınlarda işgücüne katılım oranında düşüklüğe neden olan faktör(ler) eğitim yetersizliği dışında toplumsal baskı. Bunda -kim ne derse desin- son yıllarda ivme kazanan dini muhafazakarlığın payı büyük.

Türkiye'nin, işsizlik sorununu kısa vadede çözmesi mümkün değil. Kimse bugünden yarına hükümetten bu sorunu çözmesini beklemiyor. Bu haklı bir talep de olmaz. İşsizlik sorunu her

zaman varolmuştur. Gelecekte de varolmaya devam edecektir. Fakat hükümet en azından, işsizliğin en önemli nedenleri arasında yer alan nüfus artışını teşvik eden söylemlerden

kaçınabilir. Ama öyle mi ? Başbakan kimin nikahına katılsa çiftlere en az üç çocuk yapmaları konusunda tavsiyede bulunmaktan kendini alamıyor. Nüfus artışının önüne geçilerek Türkiye'nin zayıflatılmaya çalışıldığını söylüyor. Bu tavsiyelerin eğitim ve gelir düzeyi yüksek kesimlerde kabul gördüğünü söylemek zor. Nüfus üzerinden siyaset geçmişte olduğu gibi bugün de sağ siyasetçilerin sıkça kullandıkları bir yol. AKP iktidarı döneminde bunun dozunun arttığı görülüyor. Türkiye'nin önünde acil çözüm bekleyen mesele, nüfusu arttırmak değil; çalışabilir nüfusun etkin biçimde istihdamıdır. Bu ise, ekonomik büyümenin sürekliliğine olduğu kadar işgücünün kalitesine de bağlıdır. Yabancı sermayeyi gerçekten çekmek istiyorsak, nüfusu arttırmaktan çok mevcut nüfusun eğitim düzeyini iyileştirmek zorundayız. İyi eğitimli, üretken işgücüne sahip toplumlar her zaman yüksek nüfuslu buna karşılık eğitim düzeyi düşük toplumların önüne geçmişlerdir.

Türkiye İstatistik Kurumu'nun yayınladığı rapora göre Aralık 2010 tarihi itibariyle nüfusumuz 74 milyona yaklaşmıştır. Yıllık nüfus artışı yaklaşık 1 milyon kişi mertebesindedir. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan sınıflandırmaya göre nüfus yapısı üç kategoriye ayrılmaktadır. Buna göre 0-14 yaş grubundakiler çocuk, 15-64 grubundakiler yetişkin bir başka deyişle çalışabilir, 65 yaş üzerinde olanlar ise yaşlı nüfus içinde yer almaktadır. Ülkemizde 0-14 yaş grubunda olanların toplam nüfus içindeki payı yaklaşık yüzde 25.6'dır. 65 yaş ve üzeri grubun payı ise yine yaklaşık olarak yüzde 7.2'dir. Yani genç bir nüfusa sahibiz. Bunun nedeni ise nüfus artışıdır. Genç nüfus bir taraftan avantaj, diğer taraftan ise dezavantaj. Nüfus istihdamla birlikte artarsa mesele olmaz. Talep, üretim, gelir ve tasarruflar artar; ekonomik büyüme hızlanır. Fakat nüfus artarken istihdam artmazsa işsizlik artar; gelir ve tasarruflar geriler, sosyal ve ekonomik sorunlar ağırlaşır. Yüksek işsizlik Türkiye'nin AB üyeliği önündeki en büyük engel olmasının yanında, radikal siyasi arayışlara da zemin hazırlar. AKP acaba bunu görüyor mu?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016