Notun öneminin kalmaması için
Kredi notu veren kurumlar küresel krizle birlikte çok büyük bir itibar kaybına uğradılar. En yüksek nota değer gördükleri şirketlerin ve bankaların çıkardıkları tahvillerin değerleri yerlerde süründü kriz sırasında. O tahvilleri vaktiyle satın almış olanlar kelimenin tam anlamıyla perişan oldular. Çok yüksek notlu ülkeler batmanın eşiğine geldiler. Yüksek notlu finansal kurumlardan ise batanlar oldu. Böylelikle kredi notu veren kurumların işlerini son derece kötü yaptıkları ortaya çıktı. Geçmiş performansları kötü olunca, bu kurumların bugünlerde işlerini daha iyi yaptıklarından insan elbette şüphe duyuyor.
Türkiye 2010 ve 2011'de çok yüksek bir büyüme oranı yakaladı. Bu kadar yüksek bir oranda büyümeyi finanse edecek miktarda kaynak olmayınca, dışarıdan kaynak sağlamak zorunda kaldı. Yani, ileriye doğru Türkiye'nin yabancılara olan yükümlülükleri arttı. Üstelik bu yükümlülük artışının önemli bir kısmı kısa vadeli borç şeklinde oldu. Küresel gerginlik ortamında, diğerlerine göre daha istenilir olan yükümlülük çeşitlerinden doğrudan yatırım şeklindeki yükümlülükler yeterince artmadı, benzer bir biçimde uzun vadeli yükümlükler de sınırlı kaldı. Sonuçta, artan kısa vadeli dış yükümlülüklerimiz nedeniyle, büyüme oranını 2012'de düşürmeye çalıştık, çalışıyoruz.
Türkiye'nin, geçmiş performansı hiç de iç açıcı olmayan kredi notu kurumlarının ne yaptıkları ya da ne söyledikleri ile değerli zamanını yitirmemesinin, farklı bir ifadeyle onları pek de 'takmamasının' ilk gerekli koşulu böylelikle ortaya çıkıyor: Büyümesini daha çok iç kaynaklarla finanse etmesi, yüksek bir oranda büyüyebilmek için de iç kaynak miktarını artırması gerekiyor. Yani, yurtiçi tasarrufları artırmak gibi bir zorunluluğu var Türkiye'nin.
Öte yandan kullandığı her bir lira, bir dolar ya da bir euro tutarında kaynak karşılığında eskisinden daha fazla üretim yapması gerekiyor. Farklı bir ifadeyle, kredi veren kurumların verdikleri notu 'takmayacak' konuma gelebilmesi için Türkiye'nin verimliliğini yükseltmesi ikinci gerekli koşul.
Bunun temel yolu 'yaratıcı yıkım'a izin vermekten geçiyor.
Yani, normal rekabet koşullarında ayakta duramayacak şirketlerin kapanmalarının önünü açması gerekiyor Türkiye'nin. Verimsiz şirketlerin verimsizliklerinden doğan dezavantajlarını suni teneffüsle telefi etmemesi bunun ön koşulu. Farklı bir ifadeyle, vergisini vermeyerek ya da çok az vererek, işçisinin sigortasını kısmen ödeyerek, kaçak enerji kullanarak ancak ayakta kalabilen şirketlerin ortadan kalkmaları gerekiyor. Onlar ortadan kalkacak ki yerlerini dışa açık, verimlikleri yüksek şirketler alsın, ya da zaten mevcut bu tür şirketler daha da büyüsün.
Bu ancak kayıt dışı ile mücadele edilerek yapılabilecek bir şey. Kayıt dışı ile mücadele bir taşla iki kuş anlamına geliyor: Bir yandan kamunun gelirlerini artırarak Türkiye'nin kaynaklarını yükseltmeyi mümkün kılıyor. Diğer yandan da ancak suni teneffüs ile ayakta kalabilenleri ortadan silecek yolu açıyor ya da kendilerine çeki düzen vermelerini zorunlu kılıyor.
Ancak ekonomik açıdan doğru olan her şeyin siyaseten yapılabilir olmadığı da açık. Ama siyasetin eninde sonunda bunu 'yapılabilir' kılması gerekiyor. Türkiye, siyaseten kayıt dışı ile mücadele edebilme cesaretini göstermeye başladığında, kredi notu veren kurumların notlarının pek de öneminin kalmayacağı bir yola girmiş olacak.